21 April 2009

Kovboy

Sen yorumların az olduğuna bakma üye sayımız yüz kişiye yaklaştı.
Hazırsan sıra sende!

17 comments:

  1. Hersey yalanmis...

    ReplyDelete
  2. Bu fotografi gorunce yikildim ben, John Wayne ya nasil ya dedim. Cocuklugumdaki kovboy filmlerinin anisina saldirdi bu fotograf. Acaba dedim Lee Van Cleef, Clint Eastwood, Eli Wallach, Howard Keel, Gregory Peck ve aklima gelmeyen binlercesi de kandirdi mi bizi.. :( Tabii diger yandan adamlari takdir etmek lazim sinema konusunda; sadece gostermek istediklerini goruyorsun. Bazen cok tehlikleli bir piyasa oldugunu dusunuyorum. Komplo Teorisi filmindeki muhabbet geliyor aklima....

    ReplyDelete
  3. hep sen mi taşıyacaksın bizi sırtında, biraz da biz seni taşıyalım omuzlarımızda.

    ReplyDelete
  4. ümitsizlik miydi omuzlarımızdaki kül, ağzımızdaki pas tadı, yoksa bir objektifin ucundaki toz kadar mı uzağız herşeyin sahtesine?

    ReplyDelete
  5. Kovboy efsanesinin aslında bir gazetecinin yazmış olduğu abartılmış ama çok abartılmış hikayelerle ortaya çıktığını düşünürsek çok da sahte olan bir şey yok. Hiç bir şeyin gerçek olmadığı bir sahnede at gerçek olsa ne olur olmasa ne olur?

    ReplyDelete
  6. At önce insanla tanışmış, insan ona yakınlık göstermiş, ilgilenmiş. At arkadaş olmuş insanla.. Sonra dengeler değişmiş. İnsan atı sahiplenmiş, kullanmış. Atın o vahşi güzelliğini satın almayı denemiş. Onu kırbaçlamış, sırtına yük bağlamış. Atlar hayal kırıklığına uğramış. Arkalarını dönüp gitmişler, taki insan ona saygı duyana, doğasını kabul edene kadar.. Gerçi kızılderililer daha doğru iletişim kurmuşlar atlarla sanırım. Aklıma animasyon bir çizgifilm olan " Spirit: Stallion of the Cimarron" geldi. Güzel filmdi.. Bir de Kemal Sunal'ın bir filmi vardı. Fatma Girik ünlü bir sanatçı rolunde. Kemal Sunal ona hayran. Ama ona ulaşamıyor. Sunal'ın Japon arkadaşı Fatma Girik'in robotunu yaparak ona yardımcı oluyordu, "Japon İşi" filminde :)

    ReplyDelete
  7. Sabah uyanıyorum. (sonra bahar geldi diye seviniyorum) evden çıkmadan, hızlıca internete girip günün fotoğrafına şöyle bir bakıyorum çünkü işe giderken yolda zihnimi oyalayacak bir şey olması hoşuma gidiyor. Mecburen yazılmış yorumları da okuyorum dayanamayıp. Nasıl yorumladınız merakından çok ne gördünüz diye. Neredeyse her seferinde yorumlar beni şaşırtıyor çünkü sizin gördüğünüz şeyleri hiç görmemiş oluyorum. Mesela bugünkü kovboy fotoğrafında ben atın gerçek olmadığını anlamadım. Şaha kalkmış bir atın ayağını tutan bir kovboy gördüm ve “vayyy canına” dedim. Hani neredeyse gerçekler daha az inandırıcı geliyor artık bana. Atın ayaklarının hiçbirinin yere basmadığını ise fotoğrafa defalarca baktıktan sonra gördüm. Özgürlük heykelini yapan işçileri de anlamamıştım. Photoshop sandım. Sanki o zamanlar photoshop vardı ya da şimdiki gibi yaygındı! Neyseki bir devin binayı yediğini sanmadım. Olmayacak şeylere inanmak konusunda tuhaf bir eğilimim var sanırım. Kusura bakmayın çok “ben” diyen bir yazı oldu ama günümüzde gerçekle sahte olanın böylesi hızlı yer değiştirmesi her şeyden çok şaşırtıyor beni. Sanırım bilinçaltımda bu ayrımı yapmam gerekmediğine karar verdim. Çok derdim değildi kolayca vazgeçiverdim herhalde. Ne desem bilmiyorum...

    ReplyDelete
  8. 26 yada 27 haziran 2004..
    Bush'un Ankara geldiği o talihsiz gün..
    koşarak otobüse yetişmeye çalışıyorum, yer güvenpark..
    tamam yaklaştım, iyi iyi kuyruk da az diyo içimdeki ses ve o rehavetle yavaşlıyorum..
    kocaman bi gölge beliriyo yanımda anlamlandıramadığım..
    insan gölgesi değil.. araç gölgesi değil.. bina gölgesi hiç değil...
    duraklıyorum o afallamayla... gözlerimi gölgenin düştüğü yerden yukarı çeviriyorum... bacaklar bir iki üç dört tane ama hala göremiyorum bacakların üstündekini olmuyo.. boynumu da kaldırıyorum ve işte o! kocaman korkunç ve heybetli gövdesiyle.. belki o anın getirisi olsa gerek nerdeyse yumruğum kadar burun delikleri.. kocaman bi ağız..üstünde de bi polis...
    korkuyorum çığlık atmamak için 2 elimi birden götürüyorum ağzıma... azcık gözüm mü doluyo ne ama mertliğe hiç bi şey sürdüremem de.. uzaklaşıyorum ve korkuyorum o gün bu gündür...

    ReplyDelete
  9. Bence vahsi atlari cekmek icin, bir duzenek hazirliyorlar. Abartacak bir sey yok...

    ReplyDelete
  10. beLkide gün batımına doğRu yüRüRken üzüLdüğü tek şey atının geRçek oLmamasıdır ziRa bu onuR kıRıcı (: ama geRçekten biR kovboy oLamıcanada üzüLmüş oLabiLiR :)bide yabancıLaşmayı sağLayan sahtecikten at mıdıR yoksa onu o kadar benimseyeRek taşıyan adam mı??

    ReplyDelete
  11. ilk baktığımda atın ne kadar kocaman olduğu dikkatimi çekti, sonra fotoğrafı büyüttüm atın ayakları yerde değil, biraz daha bakınca bir adam atın ayaklarından tutmuş taşıyor...allah allah ne garip...at da bi garip duruyor ama heykel gibi...dur bi de yorumlara bakalım anlam veremedim ben...aaa her şey yalanmııış!

    ReplyDelete
  12. klee'nin "Bu dünya başka türlü görünüyor ve bu dünya başka türlü görünecektir." sözü geldi aklıma... bir avuntu gibi... cunku hersey'in sahtelestigi bir dunyada, aslinda inanilacak seylerin hala varolduguna ama sadece baska turlu gorundugune inanmak istiyorum.

    ReplyDelete
  13. Bence kovboy filmlerindeki yerli Amerikalilar da doldurulmus insan olabilir. Meksikalilar da kurutulmus, icleri dislarina cikarilmis, ve mumyalanmis olabilirler. Sukran Gunu hindisi de tofudan yapiliyordur belki. Belki bu film, Sukran Gunu'nun dayandirildigi "koloniciler ve yerli halklar nese icinde yemeklerini paylasirlar" hikayesinin dogru oldugu alternatif bir evrende geciyordur. Nitekim sirf John Wayne ve onun beyaz muadilleri gunbatimina dogru kaygisizca yurusunler diye yeni kitada bunlardan cok daha cilgin gercek hayat kurgulari yaratilmistir, ve doldurulmamis, kurutulmamis, mumyalanmamis insanlar bunlara en az Johne Wayne'e inandiklari kadar inanmistirlar.

    ReplyDelete
  14. John Wayni taşıyan at, atı taşıyan adam, adamı taşıyan toprak ve hepsini bir kareye sıgdıran fotografçının ilginç hikayesini merak ettim şimdi ...

    ReplyDelete
  15. Çocukken Bakırköy'de İncirli caddesinde Seyran pastanesinin yanında DYP'nin dev bir beyaz at heykeli vardı, en azından bana dev gibi geliyordu. O şaha kalkmış beyaz at her an canlanıverecekmiş gibi gelirdi, biraz korkardım, ama merakımdan hep de yanına kadar sokulurdum. O demirdi, bu köpük, o ağırdı bu hafif, o heykeldi bu taklit.

    ReplyDelete