22 April 2009

Kaplumbağalar

Bu sefer biraz kolay tarafından bir fotoğraf var elimizde sevgili okuyucu! Sahne senin.











24 comments:

  1. herşey hiç olmadığı kadar güzel olsun, süsleyelim, boyayalım, temizleyelim sonra da sizin beğenilerinize sunalım tıpkı palyaçolar gibi.

    ReplyDelete
  2. Bir devrin (mum) lekesi temizleniyor donemin tek canli taniklarindan.

    ReplyDelete
  3. gizli kalmis bir kaplumbagadan ic cekisler:
    her ne kadar ortunsemde kelimelerle,sirtimda tasidigim acilarimin hic bir bakicisi olmadi.siginmisligim.cekildikce iclere gorselligi cilalanmis,sergilenebilme icgudusu ile orantili ve parlaklik derecesi ile alakasiz bir matematiksel kurgu yakalayan;ve en cok telden elini bana dogru uzatan cocuga hayvansal reflekslerimi gosterebilmek isterdim kabullenise bagli olarak bugun de o sonsuz yaristaki yerimi almis bulunmaktayim.tum eforlarimla ne kadar suratli olsamda biliyorum ki yavas kalmis hayatsal fonksiyonlarimi sizlere sunabilme gayretim sonsuz haz duyunuza peskes edilmis; hayattan ders cikarma fikralariyla, yuzunuzdeki tebessum arasindaki linear bir baglantinin aslinda hic de sefkat icermeyen aldatici uniformasini aramizdaki telsel korkuluklardan ziyadelenerek hicleniyorum.zaten kabuklasmis.zaten hayvan.cikarin artik butun felsefelerinizden benden ders alma hikayelerinizi!!!!!!tek farki tenekelenmis garip bir akiskan modernitesi ..........oohhhh rahatladim......

    ReplyDelete
  4. Hadi garibi parmakliklar ardina kapattin, hadi cilaladin, parlattin bari teneke kutunu uzerinde birakma!!!!!

    ReplyDelete
  5. tam da herşey bitti, kurtulduk derken; farklı olduğunu öğrenmek gerçeğin, tüm ümidimizi hapsetti kahverengi kilitli kutulara.

    ReplyDelete
  6. ...önce yok etmeye çalışırız bi şekilde..sonra özenle korumaya alırız nedense! Neslimiz tükenmeye başlayıp 3-5 insanı korumaya alsalar ve tenimizi özenle yağlarlarken seyredenler olurmuydu acaba?...
    sağlıcakla,
    gltn s,

    ReplyDelete
  7. Özgürlük mü daha konforlu süslenip püslenip teşhir edilmek mi? Aslında insanlar da kimi zaman bu yol ayrımına bir tercihten ziyade mecburiyetten geliyorlar ama çok gelişmiş varlıklar olduğundan en azından kaderin sillesini yediklerini ifade edebilecek, kendilerini meşru kılmaya çalışacak bir dile sahipler. Oysa bu heybetli tosbağacıkların da, yüz küsür yıllık ömürlerinin önemli bir bölümünü tellerin arkasında seyredilerek geçirmeleri, yakalandıkları anda kaçmalarına imkan vermeyecek kadar ağır mizaçlarının, yani kaderlerinin sillesidir. Ha içlerinde burası dışarıdan daha güvenli, sırtım pek karnım tok diyen ama söyleyemeyen yok mudur, yoktur herhal, çünkü onlar zaten açlığa dayanıklı ve zırhlılardır.

    ReplyDelete
  8. Küçükken, yaklasık 7-8 yıl her yaz ailece çadır kurup kamp yaptığımız bir kamp alanı vardı. 3 ay çadırda kalırdık. Birgün, 6-7 yaşlarındaydım, bir kaplumbuğa buldum otların arasında. Aldım kucağıma, koşa koşa, beni gördüğü zaman omuzlarına alan, bana kola ısmarlayan İsmet abinin yanına gittim. Aklım sıra beraber kaplumbağayı besleyecektik. İsmet abi kamlumbağayı eline aldı. Arkadaşlarına dönerek dediki "Askerde komandoyken biz bunları yerdik" cümlesi biter bitmezde hayvanı (kamlumbağadan bahsediyorum) kabuğu aşağıya gelecek şekilde tüm gücüyle yere fırlattı. Önce kabuğu kırmak gerekiyormuş. Ölmedi, ama garip bir ses çıkardı. Ben de ağlamaya başladım. Sonra hayvanı kucağıma aldım. Hayvan derken kamlumbağadan bahsediyorum, karıştırma hayvanları diye bir daha hatırlatıyım dedim. Başımı okşamak için yaklaşan İsmet abiye de okkalı bir tükürük sallayıp, kaplumbağa kucağımda çadıra doğru kaçtım...
    Sonra babam, abim, annem uzun bir süre besledik kaplumbağayı.
    Bunlar geldi aklıma.

    ReplyDelete
  9. Korkuyla gözlerini açtı. “Bu ses de ne böyle” diye geçirdi aklından. Usulca gerindi yataktan kalkmadan. Yüzünde acı çekiyormuş gibi bir ifade vardı. On beş dakika sonra sesin geldiği odaya varmıştı. Kapının aralığından içeriye bir göz attı. Ortalık toza dumana boğulmuştu. “Şu pencereyi aç, ne yapıyorsun?”, diye seslendi ama müziğin sesi öyle yüksekti ki ne dediği duyulmadı. Öksüre öksüre genç kaplumbağanın yanına gitti. Kabuğuna vurdu kafasıyla üç kez. Nihayet dikkatini çekebilmişti. “Kapat, kapat şu müziği. Ot mu içtin yine, aç bir pencere” dedi. Genç kaplumbağa, kabuğunun üstünde kendi etrafında dönüyor, elini kolunu anlamsızca sağa sola sallıyordu. Sonunda suratını asarak durdu. Hızlı bir hareketle, yerden güç alıp doğruldu. Öfkeyle gidip müziği kapattı. “Ne var?!”, dedi. “Görmüyor musun, çalışıyorum”.
    “Ne çalışması be?!” dedi beriki, “Toparlan kahvaltı edeceğiz”.
    “Ben kahvaltımı ettim, çalışmam gerek, yarışlara katılacağım”.
    “Sen bu kafayla seksenine kadar bile yaşamazsın. Oyuncak oldunuz insanların elinde. Televizyonu sokmayacaktık bu eve. Ne diye dinledim seni?”
    “Ben senin gibi olmayacağım büyükbaba. Benim hayallerim var!”
    “Sen kendi doğanı reddediyorsun delikanlı. Sen insan olmaya çalışıyorsun. Senin atan yarışta zekasıyla tavşanı geride...”
    “Tamam, yeter, bu hikayeyi bir daha dinlemek istemiyorum. Yüz yıldan uzun ömürlü bir canlı soyunun övünebileceği tek vaka bu geçmişinde. Ben yarışı kazanacağım. Sonra herkes beni konuşacak. Kaplumbağa demeyecekler artık bana. Benim bir ismim olacak. Senin atanın ismi var mı?”

    Genç kaplumbağa (bakın hala bir ismi yok) büyükbabasının ikazlarına aldırış etmeden çekip gider.

    Yarış alanında gülüşen konuşan bir insan topluluğu vardı. Kenarda durup ısınma hareketlerine başlayan kaplumbağamızı önce yarışı düzenleyen ve bahisleri alan adamlardan biri fark etti. “Şuna bakın be, n’apıyor bu!”, diye haykırdı. İnsanlar kaplumbağamıza bakıp, birbirlerine göstererek kahkahalarla gülmeye başladılar. Bizimki bunun bir sevgi gösterisi olduğunu düşünüp keyiflendi. Hareketlerini hızlandırdı. “Verin şuna da bir numara!” diye bağırdı aynı adam.

    Bahisler alındı. Bütün kaplumbağaları yanyana sıraya dizdiler. Seyircilerin çığlıkları arasında yarış başladı. Gençliğinin verdiği tüm gücünü kullanan kaplumbağa rakiplerinin hepsini geride bıraktı. Bitiş çizgisine geldiğinde kalbinde bir acı hissetti. Gözleri kararır gibi oldu. Son gücüyle geri dönüp kalabalığa baktı. “Bu masal mı?”, diye fısıldadı. Bir daha kıpırdamadı.

    ReplyDelete
  10. Mecidiyeköy’ün sonu olan Fulya'da ananem oturuyor. İlkokuldayken her yaz uzunca süreler onda kalırdım çünkü bir çocuk için oralar o zaman cennetti. 20 sene önce Fulya da her yer bahçeler ağaçlar dutluklarla kaplıydı. Ağaç tepesinden nadiren inerdik. Dut ağacında kuzenlerim, ananemin kiracılarının çocukları 7-8 çocuk otururduk dallara. Şeftali ve ayvaya çıkamazdık zira ayva çok heybetli ve uzun, şeftali ise narindi. Sallamakla yetinirdik onları aşağı düşsün de yiyelim diye. Yazları tam Emir Kusturika , Toni Gatlif filmlerini aratmayacak şekilde ananemin evinin önüne at arabaları ile çingeneler gelip çadır kurar tüm yazı orada yeşil alanda geçirirlerdi. Ben ananemlerin asla onlara yaklaşmamam gerektiği, beni kaçırabilecekleri yönündeki ihtarları ile o kadar çok irkilmiştim ki asla yaklaşmamıştım. Ne saçmalık! O kadar çok kaplumbağa olurdu ki oralarda. İşte ben de kaplumbağalar alıp eve getirip balkona koyardım, onlara türlü yeşillikler vererek doyurmaya çalışırdım. Canilikmiş yaptığım, şimdi anlıyorum. Neyse ki kısa sürede sıkılıp geri bırakıyordum ağaçlıklara. İşte bu fotoğraf bana beni, o günleri ve renkli ama hiç yaklaşamadığım göçmen çingeneleri hatırlattı.

    ReplyDelete
  11. Özgürlüğü elinden alınmış ama çok bakımlı hayvanlar gibi, ama bir de onlara sormak lazım tabi :).. Bazen yardım ediyoruz adına çok müdahale eder olmuşuz doğaya. Bir ay kadar önce lavaboda su damlacığı içinde kalmış ama halen hareket eden bir karınca gördüm. Aman nasıl yardım ederim endişesi, kafam alternatifler üretmeye başladı otomatikman. Mutfaktan bir kürdan aldım. Karıncayı ona tırmanması için kürdanı ona değdirdim. Bu kadar narin olabileceğini düşünememiştim, karınca kürdana yapıştı kaldı. Üzüldüm sonrasında, dedim acaba kendi kendini kurtarır mıydı? Başka bir gün aynı kareyle tekrar karşılaştım. Dedim dur, bu sefer izle. 15 dakika kadar gözlemledim ve kendini bir şekilde su damlacığının içinden çıkardı. Kendini sürüye sürüye kenarda bir yerlere çekildi.. Belki de ilkinde karınca yardımımı istememişti ama ben onun yerine çoktan karar vermiştim bile.. Kontrolsüz güç, güç değildir misali; bilinçsiz yardım, yardım değildir oldu benimki. Geçen hafta da sahilde oturuyorum. Bir kedi kayanın üzerinde güneşleniyor. Derken bir köpeğin yakından geçişiyle irkildi ve oturur vaziyete geçti, şöyle bir etrafına bakındı. Bana doğru biraz geldi, gerindi ve oturdu. Biraz daha geldi ve oturdu. Yanıma kadar geldi sonunda. Kendini sevdirdi. Üzerime oturdu mırıl mırıl. Bende ona birşeyler mırıldandım :) İsteyerek gelmesi çok hoşuma gitti, izin vermesi.. O anı ikimiz de istedik sanırım :) Kedi ve ben, kulağımda müzik. Gün batımı, deniz..
    (Kutuyu kaplumbağanın üzerinde görmek hoşuma gitmedi. Yoksa reklamını mı yapıyorlar tenekenin.."İşte bu malzemeyle yapıyoruz kaplumbağların bakımını")

    ReplyDelete
  12. Ilk bakista, Erden Kiral’in „bereketli topraklar uzerinde“ filmindeki bir sahne aklima geldi. Aganin oglunu oynayan Bulent Karabas, kahyanin tarladan toplattigi kablumbagalara, belindeki tabancasini cikarip ates eder. Sonra da can cekisen hayvanciklara bakarak, o meshur kahkahasini patlatir. Belki de hastalikli beyninde, kursun gecirmez yelek giymis yaratiklara ates ediyordu. Delmek, yok etmek ve bunu yapabilme gucune sahip oldugu dusuncesi, ona korkunc bir zevk veriyordu.

    Hastalikli beyinlerin etkisinde cok mu kaldim, bilinmez. Ama sanki bu kaplumbagalari, tanrilara kurban etmeden once parlatiyorlarmis gibi geldi bana...

    ReplyDelete
  13. Kaplumbaga terbiyecisinden sonra simdi de kaplumbaga parlaticisi...Askeri hayvanat bahcesi diye bir sey var da biz mi bilmiyoruz. Nedir bu nizam? Yan tarafta da disi aslanlara fon mu cekiyolar acaba?

    Gulmekten alamiyorum kendimi cok absurd bi fotograf bu. Neden parlatiyolar ki kaplumbaganin kabugunu. Insanlarin daha mi hosuna gidiyor zaten dogal ortaminda olmayan hayvancagazi iyice sahte durumda izelemek. Neden Oz'den bu kadar nasil uzaklasildi. Dis gorunusun parlakligi ne zamandir boyle gozleri boyadi da farkinda olmanin, var olmanin onemi geri plana itildi.

    ReplyDelete
  14. herhangi bir şeye hangi ruh haliyle bakarsanız ona göre dökülüyor kelimelere de... ağlamaktan kurbağaya dönmüş gözlerle bakarsanız eğer bu kaplumbağalara, dünyanın derdini ve kederini taşıyan beş zavallı insana dönüşüyorlar bu satırlarda.

    ReplyDelete
  15. -yaaa bi şey var, hani askerler savaşta falan kafalarına takar neydi o?
    -kep, başlık, miğfer??
    -ya bilemedim miğfer değil sanki, başlık da diil.. bulduramıyorum bi türlü.. hani filmlerde falan olur siperin arkasından bakınca alnın üstünde böyle ters kap gibi durur ya...
    -ee tamam yok mu internet TDK'dan bak..
    -var.. neyse hallettim sanırım..

    ReplyDelete
  16. Hayvan belki parlamak istemiyo!!!Sordunuz mu bakalım? Sormaya ne gerek var. Güçlü kimse onun dediği olur...

    ReplyDelete
  17. uzun omurleri gamsizliklarindan mi, o yavas nirvanaya ulasmis gibi yuruyusleriyle dunyanin butun yukunu sirtlama gucunu gostermelerinden mi?

    her hayvanin belirgin ozelliginden dolayi bir asaleti var, kaplumbagalarin bu yavasligini cok asil buluyorum mesela. dunya yansa kosmazlar:) kedilerin tavizsizligini, kopeklerin duygusalligini, kaplanlarin tavizsiz yasam bicimlerini...

    insaninkini bulamadim... cok kotu bir ture denk gelmisiz vesselam...

    ReplyDelete
  18. Hayvanat bahçeleriyle, resmi tarih yazıcıları ne çok birbirine benziyorlar farkettin mi? İkisi de parlatıyor.

    ReplyDelete
  19. Mahpus halde teşhir edilen kaplumbağalar parlatılıyorsa, parlatılmış canlı mankenlerin vitrin mankenlerinin yerini alması an meselesidir; şimdiye kadar olmadıysa bu salt tesadüf eseri olsa gerektir. İlki pek de keyfimizi kaçırmıyorsa (ki arkaplandaki temaşa buna delalettir) ikincisi neden kaçırsın? Öte yandan insan soyunun çok da hakkını yemeyelim. Bu güzel analojiyi daha ileri götürüp, kaplumbağa çorbası oluyorsa neden canlı manken çorbası olmasın, sonucuna ulaştığımız takdirde eminim midesi kalkanlar, gözleri dolanlar olacaktır. Bir de kurbağa bacağı diye bir şey vardır ki pek çok asil türdaşımın (insan) bundan midelerinin kalkmasıyla övünmüşlüğüne zaman zaman şahit olmuşumdur. Bu türdaşlarımın bir kısmı beyin salatasının üstüne limon sıkılmışını severler.

    ReplyDelete
  20. herşeye hakkımız var bizim!biz güçlüyüz madem tüm canlıları sömürme hakkına sahibiz(mi)

    ReplyDelete
  21. Kablumbaga terbiyeci bilinen bir eserdir de hakkinda cok bilinmez aslinda. Bir yerde okumustum hatirlamiyorum nerede simdi ama kablumbaga terbiye etmek gibi absurduk bir is uzerinden Osmanli'nin son donemlerinde yapilan iyice Sarkli gereksiz isleri elestiren nitelikli bir elestiridir aslinda Da Vinci kodu gibi. Ehhh, Bati da (buyuk harfle) nasibini almis luzumsuz isler memuriyetinden. Kirilmaya calisilan kablumbaga kabugu da ne cok sey anlatti aslinda bir bilsen Altan. Boburlenesi erkek dunyamiz...

    ReplyDelete