07 May 2009

Yazmazsan Unutursun


Fotoğraf:ALEXANDRA BOULAT



17 comments:

  1. Burada söz konusu olan muhtemelen bir tren vagonuna sıkıştırılmış mülteciler, bir insanlık dramı ve çocukların daha o yaşlarında yaşadığı travma olsa da; bizdeki (elbette çok daha light versiyonu olan) kırmızı-mavi İETT otobüslerinde işe gitmeye çalışanların her sabah kronik olarak yaşadıkları "kavanoza doluşturulmuş turşu sendromu" adlı çileye de (muhataplar ve mesafeler farklı olmakla beraber) görsel olarak benzemiyor değil.

    ReplyDelete
  2. Benimde aklıma okuduğum bir kitaptan dolayı mülteciler geldi ...
    insanları niye düşünce, din veya yaşantısı açısından yargılayıp sonrada onların bakışlarına çaresizlik yüklüyoruz. İleriye güzel şeyler anlatılmasını sağlamak varken kimlere yetmiyor bu dünya...

    ReplyDelete
  3. Daracik bir alanda sıkışıp kalmak korkunc birseydir....

    ReplyDelete
  4. "Kime el sallayayım anne?"
    "Sen elini cama koy, isteyenler sana el sallasın..."

    ReplyDelete
  5. ...bebelerim yaaa...hep onlar sıkışıyor..Mardin'de katliam! olmaz bir şey diye hep düşünürdüm Mardin'de ama oldu..:(...onlardan 70 tanesi anne babasız kaldı...babalar koruk yedi çocukların dişi kamaştı..:(

    ReplyDelete
  6. klostrofobi..ter..sıkışıklık, inerken nasıl inicem telaşı, bitse de gitsek..

    ReplyDelete
  7. Yaşam bir yolculuksa , yolculuk eden kendini bu cam ve boyalı metal yapının ardında bulablir herhangi bir gününde yaşamının veya yolun herhangi bir yerinde . Belki de hiç bulunmaz orada. Çocuklar varsa anneler oradadır .Eğer çocuklar sakince duruyor ve dışarıyı izliyorsa büyümeye başlamışlardır .. Ne kadar canlı renkle boyansa metal hüzün dolup taşar pencere kenarlarından .

    ReplyDelete
  8. bizim belediye otobüslerinden bir farkı yok bence. bazen trafik ışığında beklerken yanımdaki otobüsün kapısına yapışmış gözlerle karşılaşıyorum. birbirimize bakıyoruz öylece aynı kentin insanı değil de iki yabancıymışız gibi. "öteki"ni fazla uzaklarda aramaya gerek yok demek istediğim.

    ReplyDelete
  9. tenekede sardalya

    ReplyDelete
  10. Zaman izafi.Dünya mekan.Peki özgürlük neydi? Bir ten bir vücut. Belki biraz da alınan soluk. Ama o gün ne zordu aynı havayı bölüşmek. Ter içindeki tenimi camın buğusunda serinletmek. Beş duyum beni terketmişti sanki. Ben, sadece bir ten bir vücut. Bir de düşünen beynim mevcut. Karşı koyamamıştık. Ezilmiştik, sıkışmıştık. Sessiz çığlıklarımızı duyurmak için camlara yapışmıştık. Gözlerimizden duyun diye. Biz bir avuç insandık. Korkmadık, şaşırmadık. Zira esaret bizden önce de vardı, bizden sonra da baki. Bir özgürlük, bir de hayat sahi...

    ReplyDelete
  11. En fenası yalnız olduğuna inanmak. Çünkü o zaman tepki vermekten ve başkaldırmaktan vazgeçip susmayı ve geri çekilmeyi seçiyorsun. (Burada yalnız olmak derken varoluşsal bir gerçeklikten bahsetmiyorum elbette).

    Ama işte itiraf etmek gerek; bir fotoğraf ya da bir söz gerçeği değiştirmeye yetmiyor. Aslında hiçbir şey tek başına gerçeği değiştirmeye yetmiyor. Ve işte şunu da itiraf etmek gerek; ardında bir inanç, umut ve eylemin yatmadığı hiçbir ifade biçimi, buhar olup hiç varolmamışçasına kaybolmanın ötesine geçemiyor. Sadece konuşmakla/yazmakla da olmuyor; ‘bunu söylüyorum çünkü...’nün cevabını kendine verebilmek gerekiyor. Yoksa o sözün susmaktan farkı kalmıyor.

    Gördüğüm fotoğrafı okumuyorum (bu ortada). Fotoğraf zaten diyeceğini demiş gibi geliyor bana. Ben de bir şey söyleyeyim istiyorum. Eskiden kimse okumasa da yazarım derdim. Artık ‘biri sesimi duyana kadar konuşmayı sürdürmeliyim’ diyorum. O ses yankılanmadıkça her şey boş. İsyanın da isyanı oluyor demek ki!..

    ReplyDelete
  12. Küçükken, ortaokul yıllarımdaydı. Ben de sıkış tıkış belediye otobüslerine binerdim. Dershane yıllarımda. Bana normal ve maceralı gelirdi. Bazen yer vermek, "buyrun" diye. Bir tebessüm almak vardı. Duraklarda beklerken rastlaştığım yaşlı adamlar vardı. Hararetle ülke meselelerini çözmeye çalışan tatlı ihtiyarlardı onlar. Ben de kulak kabartırdım bazen, hoşuma giderdi, hiç bitmezdi çünkü. Boyum da kısaydı. Kimseyle yüz yüze denk gelmezdik otobüsteyken. Boyumla ilgili kompleksimi böyle aşmıştım neredeyse. En büyük avuntum buydu ;) Bazı arızalar olmuyordu değil hani ama öyle geçti işte çocukluğum o sıkışık otobüslerde. Çocukluğumun muzur yıllarındaydım o zamanlar..

    ReplyDelete
  13. Memleket!!
    Insan mahrum kalinca anliyor en beterinin bile ozlenecegini..

    ReplyDelete
  14. büyük büyük adamları görmeye alışkınız sardalya istifinde, asık suratlar ve donuk bakışkarla ama çocukları değil...içerideki sıcaklık ve tıkış tıkış olma durumu mu sadece bu çocukların yüzüne büyüklerin maskesini takan? otobüsten inice güler mi yüzleri? koşup oynayacak özgürlüğe sahipler mi acaba yolculuk bittiğinde? bu otobüs nereye götürür onları? okula mı yoksa bi travmanın eşiğine mi?

    ReplyDelete
  15. Bakışlar anlatıyor herşeyi. Çaresizlik , korku , şaşkınlık , birşeyleri değiştirme isteği ...Kapı birden açılsa hepsi dağılıverecekmiş gibi uzayın sonsuz boşluğuna. Ama gerçek bu değil. Yeni zulümlerin eşiğine ayak basacaklar belki. İçlerinden kaç tanesi insanca yaşamın koltuğuna oturabilecek.Çünkü onlar büyük ihtimalle göçe zorlanmış insanlar. Ülkelerin siyasi entrikalarının sonuçlarına en acı şekilde katlanmak zorunda bırakılan insanlar.
    İnsan düşünürkenmi, konuşurkenmi yoksa eylemindemi daha namusludur ?
    Elbetteki eyleminde. Gerisi hikaye....

    ReplyDelete
  16. conrad'ın karanligin yuregi isimli bir kitabi vardir... conrad ve kongo'nun kalbine yolculuk eden insanlar da farkli kosullarda, farklı araclarla benzer yolculuklari yaparlar. ve bazen oturdugumuz yerde de bizler benzer yolculuklari yapabiliriz. kahramanin kitabin bir yerinde olum oseginde muthis bir repligi vardir. son nefesini vermeden biraz once tek bir sozcuk soyler: "dehset... dehset..."

    ReplyDelete