18 April 2009

Macera Dolu Ameeerika

Geldik haftanın son fotoğrafına. Artık bir gün dayanacağız yazmamaya.

Yeni fotoğrafa geçmeden önce iki satır bir şey söyleyeceğim sana. Aramızda bazı arkadaşlar bir kaç fotoğraftır fotoğraftaki insanları konuşturmak şeklinde bir yol deniyorlar. Bazı arkadaşlarımız bunu çok yaratıcı ve çarpıcı bir şekilde yapabiliyorlar. Aslı arkadaşımızın Sudaki Kadın fotoğrafına yaptığı yorumu buna örnek verebiliriz. Umarız devam eder...Ama canımın içi gel görki bazı arkadaşlarımız da bu konuşturma yöntemini komik olduğunu düşündükleri şekilde ama yaratıcılıktan uzak yapıyorlar. Zaten sen de okuyunca anlamışsındır. (bu arada herkes başkalarının yazdıklarını okuyor mu?) Bu fotoğraftan itibaren komiklik adına fotoğraftaki insanları konuşturmayı deniyenlerin yorumlarını yayınlamayacağız ve eğer isterlerse İsmail Türit'in sunduğu Fıkralarla Türkiye programına metin yazarı olarak tavsiye edeceğiz. Yaratıcı olanları ayrı...Yaratıcılık karşısında boynumuz kıldan ince.

Hazırsanız başlayalım. Bu sefer bizi iki gün oyalayabileceğini düşündüğüm bir fotoğraf seçtim. Bence üzerine tıklayarak büyütün fotoğrafı.

Bak bir anda aklıma şöyle bir şey geldi: Haftada birgün ben değil de aramızdan biri görseli seçse, bir ödül olarak yani. Ne dersin? Bu konudaki fikrini yazsana bana.

19 comments:

  1. ya da
    Cüceler Gulliver ülkesinde..

    ReplyDelete
  2. bu bana yıkılan gecekonduları anımsattı. başınızı sokacak tek yerinizdir, yuvanızdır ancak bir gün tek bir vinç darbesiyle sizin bir parçanız-ama gerçekte hiçbir zaman maddi olarak sizin olmayan bir parçanız-yerle bir olur ya, siz de hiçbir şey söyleyemez çaresizce bakarsınız ya işte bu da öyle. Vinç söförüne dersiniz ne olur yıkma ama onun da yapacak bir şeyi yoktur, öyle emredilmiştir, öyle olması gerekiyordur, bir üst tarafa söylersiniz yıkmayın diye o da seni ilgilendirmez burası zaten hiç senin değildi bak başının çaresine der.

    Geriyede sadece ruhunuzdan kopan çığlıklar ve gözyaşları kalır. yeni hayatınızın nasıl olacağını bilemez, hayal bile edemessiniz, çünkü artık hiçbir şeyi olmayan bir adam olarak elinde kırık dökük, kurtarabildiğiniz bir kaç eşyayla dımdızlak, boşıboş kalırsınız.

    ReplyDelete
  3. Bana yaşamakta olduğumuz bu günlerin bir yansıması gibi geldi... Krizler, savaşlar, dermansız hastalıklar, küresel ısınma ... Dev bir el sanki tüm yaşamımızı bir anda altüst ediyor... Evlerimizi yaşamaz hale getiriyor.. Sevdiğimiz herşeyi birer birer alıyor elimizden... İçimizde yaşattıklarımıla, önceki zamanlarda yaptıklarımızla besleyip kendi yarttığımız bu dev bir bakıyoruz ki bir gün hayatımızı kökten değiştirmiş... İşte o zman bazı şeyler için ne kadar geç kalmışız diyoruz...

    ReplyDelete
  4. ha birde burada basbas bağıran bir kapitalizm var bence. Emek yoğun üretimden, sermaye yoğun üretime, kitle üretimlerine geçicelecek, bu atöyle yerine büyük fabrikalar kurulacak insanların yerineyse robotlar çalışacak...

    ReplyDelete
  5. Fotoğrafın küçük hali bana da direk Güliver'i anımsattı ama büyütünce baktım adamlarda hiç panik havası yok. Hepsi pek ciddi, hatta nemrut bakışlarla poz vermişler, yorgun ve uykusuzlar çünkü, ne yapsınlar? O yüzden "Devrim Arabaları" adlı Türk filminde orada kullanılan tabirle bir avuç mühendisin biraraya gelip 29 Ekim'e kadar 2 adet araba yetiştirmek için vargüçleriyle çalıştıkları fabrika ortamına benzettim burayı. Ama buradaki işçiler - yahut zanaatkarlar demek daha doğru olur - çok daha şanslı, zira bitirmiş olacakları Özgürlük Anıtı (şıp diye kolundan tanıdım) 100 küsür yıldır ABD'nin simgelerindendir, emeklerinin karşılığını maddi boyutunu bilemesem de manevi olarak, haz duyarak almışlardır diye düşünüyorum. Bizim Türk mühendisler ise benzini bitip yolda kalan arabanın yaratıcıları olarak hatırlanmak zorunda kalmışlardır.

    ReplyDelete
  6. ağlama duvarının modern halini imal ediyor bu insanlar. aynı anda bir çok kişiyi koltuğunun altına alıp gözyaşlarını kabul edebilitesi var bu omzun.
    aslında ilk anda toplu şefkat seansları için imal edildiğini düşünmüştüm. aynı anda bir dünya kafayı okşayabilir neticede bu el...şimdi yapılsaydı silikondan yapılırdı kesin. evde kalmış feministlerin şefkat transferinden başka bir şey yapamasın diye diğer organlarını yapmamış olması şeklinde bir komplo teorisi üretmek de mümkün ama saçma bence, çünkü o zamanlar feminizm yoktu... her kadın ve erkek iyi kötü bir eş buluyordu, kimse yalnız değildi...insanların karşı cinssel mevzularında bir türlü kapanamayan bir dünya parantezler, sonu gelmeyen uzun cümleler yoktu...güzel günlerdi yaa:)

    ReplyDelete
  7. Amerika'ya hiç gitmedim ama bu anıt sanki bana bir yerde ne kadar az özgürlük olursa o kadar büyük bir sembolü olur hissi uyandırdı.. Eyfel kulesi de öyle, çok büyük..

    ReplyDelete
  8. İstanbul film festivalinin etkisinden veya yönetmen kardeşimden dolayı olsa gerek bana anımsattigi sey, ortaklaşa yaratılan sanat eseri sonrasi sadece ortaya cikan eserin hatirlandigi, figurananlarin, set iscilerinin ise hic deger gormedigi hatta cok calismaktan ve uykusuzluktan yolda ölen sinema emekcileri, ne eşlerini ne de çocuklarını göremedikleri için bu sektörün gerisinde kalmayı tercih eden yetenekli insanlar, yönetmenler, set çalışanları...

    ReplyDelete
  9. bu heykelin yapılış amacıyla ilgili kafalarından ne geçtiğini merak ettim ben çalışanların.herkesin kendi hayatlarında, kendi gaileleri içinde bu tür kavramlarla ne kadar barışık olabileceğini düşüdürdü foto. bir takım sosyal dengesizlikler, çıkmazlardan muzdarip olarak şu an yapmakta oldukları işi yapmak zorunda kalmış olanlar bile vardır içlerinde belki kim bilir.. ama heykel de vefakar , omuz vermiş sanki atölyeye.. birbirlerini anlamış tamamlamışlar görüntüsündeler bir yandan,kimsenin yüzünde asi bir ifade göremedim belki de ondan...

    ReplyDelete
  10. kucuk insanlarla buyuk insanlar palavrasini, kucuk yasamlarla buyuk yasamlar gercekliyor...
    piramidlerde calisarak omurlerini tuketen insanlardan cok etkilenmistim, sadece kral soyundan geldi diye bir aklievvelin projesinde omur tuketmek...
    ey tekurrur eden tarih, yuceligin karsisinda saygi ile egiliyorum...

    ReplyDelete
  11. Ironik bi sekilde sanki bu isciler simdinin kapitalizmin baskentine hos geldiniz heykelini insa etmiyorlar da, kendilerine herkesin esit oldugu bi ulke kurmuslar, ulkelerinin sembolunu yapma ugrasi icinde gurula poz veriyorlarmis gibi...

    ReplyDelete
  12. sanki yıkıma uğramış bi ülkeyi yeniden yapılandırma çaışmaları gibi..

    ilk iş olarak özgürlük anıtı :)

    ReplyDelete
  13. Tahminimce 1900’lü yılların başlarında Amerika’ya göçmüş, aileleriyle yerleşmiş adamlar bunlar. Çalışmalarına ara verip itaatkar bir şekilde fotoğrafçıya doğru bakmışlar ama hiçbiri gülmüyor. Gülünecek bir şey bulunamıyor. Uysallıkları da biraz yorgunluktan, biraz boyun eğmeyi öğrenmişlikten kaynaklanıyor.

    Amerikan rüyasının peşine takılan bu insancıkların belgesel niteliğindeki fotoğrafına, fotoğrafçısı, Amerika’ya yeni gelenleri karşılayan (eskiden hep deniz yoluyla gidilirmiş ya) özgürlük heykelini ekleyerek bir yorum katmış. Binayı parçalamak istermişçesine kolunu pencereden, bir dev misali sokan özgürlük heykelini işçilerin fark etmemesi fotoğrafın en temel sözü. Diyor ki “dünya yıkılsa ruhunuz duymaz insancıklar!”.

    Kendimizi korumak için o kadar kapandık ki kabuğumuza, artık bir şey gelmez elimizden diye öylesine vazgeçtik ki direnmekten, tekrar tekrar yenilmekten öyle yıldık ki masal gibi gelir artık kulağımıza bu çığlıklar.

    ReplyDelete
  14. "bunu yaptik iyi guzel de bitince nasil cikaracagiz" gibi bakiyor bazilari, hakikaten nasil cikardilar acaba? cok mu cahilce bir soru oldu acaba? ama gercekten merak ettim

    ReplyDelete
  15. Bir sey daha: Guzel bir dusunce ve inancla yapildi diye dusunuyorum, ama o kadar emek, o kadar calisan kimbilir ne kadar az ucretlerle ve berbat sartlarla calistilar. kimse yapanlari dusunmemistir, tip ki Cin Seddi yapilirken olenlerin insaata atilip cenazeleriyle ugrasilmadigi gibi... her seyin bir bedeli vardir ama bu bedel ne kadar zorlayici olmalidir?

    ReplyDelete
  16. Tamam her şeyi mahvettik, şimdi fotoğrafını çekelim buraya bakın lütfen...

    ReplyDelete
  17. Demek Ozgurluk Hanim en bastan asosyal bir heykel olarak tasarlanmis. Komsulari olan New Yorklularla iki cift laf etsin diye degil de kartpostallara poz versin diye dikilmis sehirden ancak hayal meyal secilen insansiz adasina. Ben de neresinden baksam tam goremiyor, ya fazla yakin ya fazla uzak kaliyor, ya tumune bakip detayini kaciriyor ya detayina bakip tumunu kavrayamiyorum diye hata bende saniyordum. Simdi anliyorum ki muhtemelen hanimin elini insa eden usta eteklerini, mesalesini insa eden isci ayak bileklerini hic gormemistir. Heykel bittiginde iscileri yapitlarini gormek icin feribot turuna cikardiklarini da hic sanmiyorum. Yani ne biz komsulari ne de emekcileri bir sey anlamis bu heykelden. Nitekim merami Amerikan ozgurlugunu simgelemektiyse, basarili olmustur bu hanim.

    ReplyDelete
  18. üretenle tüketen arasındaki farkın dramatik vurgusu; süper lüks plazaların, komplekslerin, stadyumların inşaatlarında çalışıp, hemen yanı başındaki derme çatma barakalarda yaşayan işçilerin yaşamınının güzel bir belgesel fotografı konusu olacağını akla düşürür.

    ReplyDelete