12 December 2011
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
İstanbul Hatırası Fotoğraf Merkezi Ekibinden, içinden fotoğraf geçen, ödüllü görsel ve yazınsal bir oyun.
Üç günde bir eklenecek yeni görsellerden haberdar olmak için Beslenmecantasi grubuna kayıt ol |
sevişen çiftin rahatsız edilmemesi için orda polisler nöbet tutuyor gibi geldi =))
ReplyDeleteOrtalık toz duman olmuş, herkesin gözlerinden ateş çıkıyor, hatırlamadıkları bir öfkeyle saldırıyorlar birbirlerine, onları neyin bu denli vahşiliğe sürüklediğini kimse bilmiyor.
ReplyDeleteBen ne taraftayım onu da bilmiyorum. Birden gözüme ilişiyor aynı şaşkınlıkla ‘araf’ta kalan bir diğeri, hiç düşünmeden koşuyoruz birbirimize doğru, sormuyoruz ne yapacağız diye, insanlık kavramının sonu gelmiş gibi, son bir hamle yapmak istiyoruz sonun başlangıcı niyetiyle.
Öfkeli kalabalığın gözlerinden ve vücutlarından yayılan birbirlerini yok etmek üzere ortaya çıkan ateş; bizi tek vücut olmaya itiyor, direnmiyoruz, sevişiyoruz.
Sanki bize ayrılmış bir bölge gibi, sırtlarını dönüyor robotlar içine sıkıştırılmış insanlık, görmezden geliyorlar bizi, eğer görürlerse, içlerindeki aşk ateşinin çıkma ihtimali var mı yoksa?
Şair Akgün Akova der; “öpüşen çiftleri alkışlama ekipleri kurulmazsa çarçabuk
Biz iki sersevi
Bir daha öpüşmeyeceğiz sokaklarda
Sonra söylemediler olmasın.”
Ülkeme dair; Bir çiftin, kafede öpüştükleri için, kafe sahibinin çekip silahı öldürebildiği bir ülkede, bu fotoğrafın tam da bugün yorumlanmak üzere yayınlanması farklı oldu, teşekkürler.
İstanbul Üniversitesinde öğrenci olduğum yıllarda, -çaydan bir yudum alarak; Sene 94-95-, dışarıdan bakanların kısaca öğrenci olayları dedikleri birkaç hadisede ben de fiziken varolmuş, polisle çatışmıştım. Yine kısaca karşıt görüşlü denilen insanlara bir kaç kez de -utanarak söylüyorum- yaka paça kavga etmişliğim vardır. Oradan aklımada kalanlara dayanarak söylüyorum: Karşıt görüşlü öğrencilerle kavga ederken özellikle: Canının yanıcağına, can yakacağını bilerek gelirsin olay yerine. Canın yanar, can yakarsın. Uzaktan taş, bardak attığın o insanla başka yerde karşılaşsan belki de arkadaş olackksın. Kafa gözü kırmadan konuşacaksın o derin siyasi mevzuları....
ReplyDeleteBöyle düşününce aşk ile çatışmanı ne kadar benzer olduklarını farkettim. Canının yanacağını, can yakacağını bilerek gelirsin olay yerine. Başka bir bağlamda tanışsan arkadaş olabileceğin hem de çok iyi arkadaş olabileceğin birisiyle, büyük bir ihtimalle bir süre sonra kanlı bıçaklı olacaksın içinden... Dışarıya sessizlik, telefonlara çıkmamak olarak çıkar bu kan ve bıçak... Çok değil bir hafta önce tanımadğın birisini sanki öpmeden yaşamayazsın gibi tutkulu öpeceksin.Çatışmada sanki o taşı atarsan devrim olacakmış gibi atarsın ya...Zaten öyle atmıyacaksan da atma.
Aşk fena halde çatışmaya benzer...Ortasında kalırsın her şeyin...
Sevgi ise iki tarafın anlaşmasıdır. Kötü bir şey değildir, ama sokak ortasında tutkulu öpüştüren sevgi değil aşk tır. Tecrübüyle sabitir.
∀ltan Bal
Öyle bir ruh halindesindir ki, ne etrafın yanmasını, ne milletin savaşmasını ne de dibindeki coplu polisleri farkedersin. Dünyan kaymış, kimyan değişmiştir. Aşk bir stratejidir, aşk bir savaşmadır, aşk en kötü duyguların en yoğun hallerinin, en iyilerle içinde çatışmasıdır. Kötümser biriysen eğer hep iyiler yenilir. Aşk zaten tam da boyle bir şeydir.
ReplyDeleteAşk' a düşmek değimi ne güzeldir. Aşka düşersin, düşünce canın acır. Canı acıyan insan karşısındakini de acıtır. Mantığı yoktur, külliyen bir duygudur. Kimyan değişir ya, o yüzden işte ne yaptığını bilmezsin.
Merih Akogul' un yazdigi gibi; Her arzunun içinde bir keşişle bir kasap kesişir…Bitip yiten aşk öylesine felsefi bir derstir ki, berberi Sokrates yapar…
Aşk bir deliliktir..
yeterki umut olsun yeterki aşk olsun.. devrim bu kadar masum anlatılabilir mi?
ReplyDeleteAşkın aydınlığı savaşın karanlığını yenecektir,birgün..
ReplyDeleteSabah dünyayı değiştirme umuduyla uyanıp, akşam Öylece kalsam iki ateş arasında.Dünya değişmezken ama benim sonum gelmiş gibiyken , sadece tek nefeslik bir anım kalmış olsa, boşa harcamam o nefesi, içine dolsun isterim. Tam o anda birlikte yaşayabileceğimiz bir saniyemiz olsa, ben seni öperim...
ReplyDeleteAşk'a düşmek yakar insanı,tıpkı savaş gibi..
ReplyDeleteAşk'ın en büyük düşmanı savaştır ve o savaşı bitiren silahsa; yakınlaşmaktır,sevişmektir, hissetmektir..
Kör kuyuya sokan aşk,kor olup yaktığında, dünyayı gördürmez adama, bombaların ortasında son gününmüş gibi sarmaşık misali sarılırsın 'O'nun boynuna ...
Sevişiyorum öyle ise Varım !
ReplyDeleteVarlığım Tüm Varlığına armağan olsun !
Ne Mutlu Varım diyene !
Böylece bir kere daha boynunlayız sayılı yerlerinden
ReplyDeleteEn uzun boynun bu senin dayanmaya ya da umudu
kesmemeye
Laleli'den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız
Birden nasıl oluyor sen yüreğimi elliyorsun
Ama nasıl oluyor sen yüreğimi eller ellemez
Sevişmek bir kere daha yürürlüğe giriyor
Bütün kara parçalarında
Afrika dahil
Aydınca düşünmeyi iyi biliyorsun eksik olma
Yatakta yatmayı bildiğin kadar
Sayın Tanrıya kalırsa seninle yatmak günah, daha neler
Boşunaymış gibi bunca uzaması saçlarının
Ben böyle canlı saç görmedim ömrümde
Her telinin içinde ayrı bir kalp çarpıyor
Bütün kara parçaları için
Afrika dahil
Senin bir havan var beni asıl saran o
Onunla daha bir değere biniyor soluk almak
Sabahları acıktığı için haklı
Gününü kazanıp kurtardı diye güzel
Birçok çiçek adları gibi güzel
En tanınmış kırmızılarla açan
Bütün kara parçalarında
Afrika dahil
Birlikte mısralar düşünüyoruz ama iyi ama kötü
Boynun diyorum boynunu benim kadar kimse
değerlendiremez
Bir mısra daha söylesek sanki her şey düzelecek
İki adım daha atmıyoruz bizi tutuyorlar
Böylece bizi bir kere daha tutup kurşuna diziyorlar
Zaten bizi her gün sabahtan akşama kadar kurşuna
diziyorlar
Bütün kara parçalarında
Afrika dahil
Burda senin cesaretinden laf açmanın tam da sırası
Kalabalık caddelerde hürlüğün şarkısına katılırkenki
Padişah gibi cesaretti o, alımlı değme kadında yok
Aklıma kadeh tutuşların geliyor
Çiçek Pasajında akşamüstleri
Asıl yoksulluk ondan sonra başlıyor
Bütün kara parçalarında
Afrika hariç değil
Cemal Süreya
Can Yücel demiş ya; 'üzümden şarap, çakmak taşından ateş, öpücüklerden de insan yapacaksın'...
ReplyDeleteaşk mı, ellerini bırakmadan sevişmek...
ellerini çağıran olacak, gitmeyeceksin...
beş duyum var benim edasıyla, gururuyla etrafta dolaşan benlik sarhoşu sen, iki kişi olmadığında asla tadamayacağın o duyuyu ne çabuk unuttun...
birinci tekil sarhoşu sen,
yalnızlığa övgüler sunup asla yalnız kalamadın...
nefretini, öfkeni ama önce ellerini sakladın...
ne sadece kan
ne sadece bal
kan ve balsın aşk...
o sevişmenin etrafındaki boşluğa iyi bak...
neleri ötelemiş gördün mü...
hayatı ötelemek isteyen sen,
bak aşk olmadan ötelenmiyor hayat
ötelenmiyor nefret...
ötelenmiyor acı...
ortasında duruyor işte bütün acıların aşk...
saklamış bütün silahlarını...
devrimsin aşk biliyorum...
dinlemedim bu yüzyılın soytarı yalanlarını...
soytarın oldum aşk...
Aşkı böylesine yaşayabilmek cesaret ister, acıya katlanma cesareti...Tıpkı dolu dolu yaşama cesareti gibi...Neyle karşılaşacağının hesabını yapmadan, korkmadan cessurca.....Anlık mutlulukların tadını çıkarıp yaşanan acıları kabullenmeyi gerektirir böyle yaşamak...Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun dediği gibi...
ReplyDeleteErimek belirsizce heryerde
Karışmak sulara, yıldızlara
Sinmek kokusuna mor menekşenin
Yanmak damar damar, nefes nefes
Yaşamak tükene tükene
68 Fransız öğrenci hareketinden bir sloganı getirdi aklıma diyordu ki duvarda; “Ne kadar sevişirsem o kadar devrim yapmak istiyorum; ne kadar devrim yaparsam o kadar sevişmek.”
ReplyDeletesakın bu bi "ilkyardım" olmasın ...
ReplyDeleteBana Cemal Süreyya'ı hatırlattı:
ReplyDelete"Büyük bir ihtimalle ölmüştük
Şehir kan kıyametti ayaklarımızda
Gökyüzünü katlayıp bir köşeye koymuştuk
Yıldızlar kaldırımlara dökülmüştü bütün
Hamza bütün parmaklarını ortaya dökmüştü
Yirmi yıldır cebinde biriktirdiği parmaklarını
Hamza son şarkıyı kırka bölmüştü
Doğrusu iyi idare etmiştik
Doğrusu iyi haltetmiştik
Yaşayanlar unutmuştu bizi
Biz öldüğümüzle kalmıştık."
BU BİZİMKİ
ReplyDeleteYıkıcı bir aşk bu,
Yıkıyor milletin ortasına
Tutku yükünü.
Bölücü bir aşk
Ekmeği suyu bölüyor
Günde üç öğün.
Hain bir aşk bu,
Sizin eve hırsız girer
Onunkine polis.
Yasadışı bir aşk bu,
Evlenmeyi
Hiç mi hiç düşünmüyor.
Soyguncu bir aşk bu,
En sıradan ezgilerden
Sevinçler devşiriyor
Kökü dışarda bir aşk,
Dante ile Beatrice’inkine
Fena öykünüyor.
İşgalci bir aşk bu,
Samanlık sevişenin diyor
Başka şey demiyor
Fotoğrafın gerçekliği sorgulatıyor, her zaman gördüğümüz herhangi bir an değil; donuk olsun, yaşamın içinden olsun imge. Buna rastlayanımız olmamıştır, hani deriz ya fotoğrafta kanatları olan atlar yoktur diye, kanatları olan bir at süzülüyor belli belirsiz, fotoğraf ya! inanmak için tekrar bakıyoruz gerçekliğe..Susan Sontag baktığımız fotoğraflarda bir duygu geliştiririz der, bunun nedeninin ne olduğu çok da çözülememiştir, herhangi bir yüzeyde sanata benzemez bu yanıyla, nesnesiyle nedensellik bağı vardır der bir çok yerde de...Maksat özneleri nesneleştirmek değil elbette, ancak ışığı yansıtan formlar olarak baktığımızda ister istemez nesneleşirler. Olayın gerçeklikle olan bağlantısını tesis edecek veriler ararız, son katmanda kaçışan bir grup; arkaları dönük, birinci katmanda güvenlik görevlisi olduğunu anladığımız bir başkası; yüzü izleyiciye dönük, olmaz-olamaz dediğimiz ve net bir şekilde gördüğümüz çift her iki sırtları onlara dönük kişilerin arasında ve bu gözlerden uzaklığın keyfini çıkarmakta adeta...sevişmek iki kişiliktir ve onca kalabalığın içinde kimsenin seni görmediğini düşünürsün, öyle de bir hal seziliyor, "hazır arkaları da dönükken" der gibi...mekanla ilgili sokak olduğu dışında bir bilgi yok...sokakta bir an sevgiliniz sizi öpüyor olsa hissedilen bu fotoğratakinden farklı değildir, bütün dünya size sırtını dönmüştür. O an her zamanki gibi size özeldir sadece.
ReplyDeleteÖlümden şikâyeti yok ölüp gidenlerin
ReplyDeleteama bir kızın kocaman gözlerinde yangınlar çıkıyor
Acılar dehşetli kinlendiriyor beni
Kabarıp duruyor içimde, kabarıp duran bir okyanus
yurdumu arıyorum batık bir tekne değilim
yurdumu arıyorum kızgın küller ortasında
Ahmet Telli
Önce yıllar anlamını yitirdi. Sonra aylar. Haftalar, günler takip ettiler onları. Saatlerce düşünürdüm, onlar da terk ettiler. Dakikalar, saniyeler... Zaman anlamını yitirdi diğer her şeyle birlikte, yurdum dediğim toprak parçasında. Anlamını ararken seni buldum. Yurdumu buldum. Seninle yoğruldum. Anlamını yitiren her şey farklı anlamlar kazandılar. Yurdum senin olduğun yerdi, yer ve gökyüzü bize yeterdi.
trafik lambaları, bu savaş alanından geçip gitmemize izin verircesine yeşil yanıyordu.
ReplyDeleteona rağmen bütün dünya bizi karşısına almış asla geçit vermemeye o kadar kararlıydı ki
etten duvarlar örülmüştü önümüzde.
sahi biz mi dünyayı karşımıza aldık, yoksa durup dururken onlar mı düşman oldu bize
bu kavga bittiğinde
ya ölecektik ya da yenilecektik.
mutlu son ihtimali yoktu.
hani bazen hiç olmaz ya...
sadece inandığımız için uğruna savaştığımız her şey de fiziksel kaderimizi paylaşacaktı.
ölmek neyse de
yenilirsek tekrar hayata dönebilecek miydik
yine düşünüp
yeniden sevebilecek miydik
eskisi gibi
eskisinden de şiddetli
bak bu son şansımız
hadi kaldır yumruğunu havaya
ikimiz bir olursak
belki üçüncü bir ihtimalimiz olur
Aşkın önünde ne durabilir ki!
ReplyDeleteO tutkulu ve şefkatli gücü insana herşeyi unutturuyor.
Işığı öyle güçlü ki, tüm çirkinliklerin üstünü örtüyor.
Kimi zaman önünde durulamayan bir çağlayan,
Kimi zaman da sığınılacak bir liman.
Sen çok yaşa ey aşk!
küçükken anneden gizli öptüğün çocuk,günah gibi sakladığın,bir masa altında evcilik oynarken,karanlık bir köşede bir sır gibi paylaşırken havada süzülmüş küçük dudaklarını ya da tüm ayıplığıyla öperken oyuncaklarını en can yakıcı ülkelerde en can alıcı işi yapmak gibi ilk özgürlüğü tatmışçasına öpmek birisini... Savaşmak ilk kez,ilk kez kaçmak birisine...
ReplyDeleteEski dünyaya ait o sloganı ilk defa bir gazeyede görmüştüm. Arşiv taraması işi verilmişti bana. Gazeteyi açtığımda fotoğrafı görünce irkilmiştim önce. Ardından altında “savaşma seviş” yazısını görünce hepten telaşlandım. Nedendir bilinmez nefesim kesilir gibi oldu. Ne anlama geliyordu şimdi bu cümle; savaşma seviş? Oysa ben genellikle savaşmış, daha sonra da sevişmeye pek vakit bulamamıştım. Ruh ikizim falan da çıkmayınca karşıma sevişememiştim kimseyle. Eski dünyada savaşı lanetlemenin bir yolu muydu bu? Yoksa savaşamayanları avutmak için mi uyduruluvermişti. Hani savaşamıyorsan eğer bari seviş. Günler geçiyor, bu cümle üzerine düşünüyor, mantıklı bir açıklaması vardır mutlaka diye geçiriyordum aklımdan. İnsan savaşmadığı zaman ne yapar acaba? Hemen sevişmeye mi koyulur. İnsanlar nasıl sevişir. Fotoğrafta olduğu gibi yerlerde sürünerek mi? Alt katmandan bazı savaşçıların yine daha alt katmandan yaratıklarla seviştiğini duymuştum. Aslında tamamen yasaktı yaptıkları. Cezası başka bir güneş sistemine sürülmeye kadar gidebilirdi. Ne zaman yasaklanmıştı sevişmek? Hakikaten merak etmeye başlamıştım, ancak bunun için 250 yıl geriye gidip o zamanda bir süre yaşamam gerekiyordu. Tabi bir takım simulasyon işlemlerini de çözerek. Uzun ve yorucu bir işti doğrusu. Denemeye değer miydi? Sevişmenin nasıl birşey olduğunu anlamanın başka yolu yoktu. Ya suç işleyecektim ya da 250 yıl geriye gidecektim. Bir sabah güneş battığında karar verdim geriye gitmeye, gün doğumuna kadar çalıştım. Zifiri karanlıktı her yer. Batı sahiline kadar 25000 km yol yapmam gerekiyordu. Yaklaşık 3 saatimi alacaktı yolculuk. Eğer herşey yolunda giderse yani oluşturduğum simulasyonlar atmosfer ve yer koşulllarına uygun olarak çalışırsa, 3 saat sonra eski dünyaya dönebilecek ve ilk gördüğüm kadınla sevişebilecektim. Bu düşünce tüylerimi ürpertiyordu.
ReplyDeleteYeryüzüne döndüğüm gün kendimi bir sokakta göstericilerin arasında buldum. Anladığım kadarıyla savaşı protesto ediyorlardı. Ellerindeki flamaları sallayarak bağırıyorlardı. Karşılarında kasklı ve silahlı polisler vardı. Kalabalık gittikçe çoşuyor, şarkılar eşliğinde dans ediyor ve hep bir ağızdan “Savaşma seviş” diye slogan atıyordu. Onları dağıtmak için polis arada bir megafonla birşeyler söylüyordu. Hayatım boyunca savaştığım halde bu gürültü patırtının arasında kalmak beni ürkütmüştü. Üstelik söylenenlerin tek kelimesini bile anlamıyordum. Eski dünya dillerine daha çok çalışsaydım keşke diye düşünürken, ansızın kalabalığın yarıldığını, uzun saçlı bir kadının öne doğru koştuğunu gördüm. Kadın bir adamı elinden tutmuş bariyerin önüne doğru çekiştiriyordu. O anda polislerin bulunduğu tarafta da bir haraketlenme oldu. Hepsi kasklarının önündeki siperleri tek tek indirmeye ve havaya ateş etmeye başladılar. Oysa kadınla adam hiçbir şey olamamışcasına dudaklarını birbirlerine kenetleyemeye ve tuhaf haraketler yapmaya başlamışlardı bile. Gördüğüm manzara karşısında donmuştum ve gördüklerime bir türlü anlam veremiyordum. Sonra gözlerimin önünde yere yığılıverdiler. Devinimleri oldukça yavaşlamıştı. Ortalığı garip bir sessizlik kaplayıverdi. Herkes dikkatle onları izliyordu. Bense dayanamayıp yanımdaki uzun sakallı adama şaşkınlık içinde ne yaptıklarını sorduğumda, “sen malı fazla kaçırmışsın galiba çocuk, görmüyor musun, sevişiyorlar” diye yanıtladı gülerek.
Aşk çevreyi görmemektir, anın içinde kaybolmak..
ReplyDeleteSavaşlarla ilgili efsanelerde ya merkezde, hadi olmadı kenarında köşesinde bir aşk bulunurdu.
ReplyDeleteGünümüzde ise petrol, dolar, güç gibi önemli değerler için savaşılması doğal, aşk ise ayıp.