Yazdıkça açılacaksın, inan bana...
(Fotoğrafı daha büyük görmek istersen, üzerine tıkla)
İstanbul Hatırası Fotoğraf Merkezi Ekibinden, içinden fotoğraf geçen, ödüllü görsel ve yazınsal bir oyun.
Üç günde bir eklenecek yeni görsellerden haberdar olmak için Beslenmecantasi grubuna kayıt ol |
kocaman bir gülümseme ve çocukluğum ve edi ile büdü'nün tatlı atışmaları.. :)
ReplyDeleteGörünenin ardındaki görünmeyen…
ReplyDeleteBir karakteri oluşturmak ve oynamak adına, birlikte hareket etmesi gerektiğini bilen iki kimlik.
Edi’nin tek kolu olan kişinin bakışları; aynı zamanda çizilen karakterin gerçekten istenilenle aynı olup olmadığını kontrol ediyor olsa gerek :)
Seni bilmem ama, o yıllarda izlediğim zaman kendimi hep Edi nin yerine koyardım. Ben de çocuktum, o yüzden normal gelirdi. Geçen gün bir yerlerde rastladım, seyrettim uzun uzun. İstemeden yine kendimi yine Edi'nin yerine koydumu farkettim. Şimdi sormak istiyorum: Büdü uyudun mu ? Uyumadıysan sana bir şey sormak istiyorum.
ReplyDeleteAltan Bal
Gözlüklü sağcı. Sakallı sağ ağırlıklı ama biraz da solcu gibi. Spor ayakkabılı tam nazi.. Kolların bu kadar kalkmasının anlamı bu olsa gerek. Edü ile Büdü'nün içlerindeki siyasi eğilimi temsil ediyor da olabilir.
ReplyDeletedk
Şaşkınlık, hayal kırıklığı ve hüzün. Hevesle seyrettiğim bu dizinin arkasında bu sakallı, kel ve bizim çok sevdiğimiz karakterleri havaya kaldırıp poz verecek tipte adamlar varmış.İnsan biraz cididye alnmış olmayı diliyor. SArılarak poz verseniz ölür müydünüz?!
ReplyDeleteBiz ufacıkken sokağı onlardan öğrendik sayıları beraber saydık ve en önemlisi de sevmeyi edi gibi büdüyü sevdik,canavar gibi de kurabiyeyi :)
ReplyDeletetabi birde paylaşmayı....
edi : ama büdü, büyük pastayi kendine aldin..
büdü : eee?
edi : ama ben büyük olani sana verir, kücügü kendime alirdim...
büdü: e, ben de öyle yaptim zaten
Benim de ilk hissettiğim "görünenin ardındaki görünmeyen" sanırım. Fakat bir farkla... Bu görünmeyenlerin görünür hale gelmesi hayalkırıklığı veya ona benzer şeyler hissettirir bazen... Yani içimdeki çocuk; "biliyorum ama görmek başka oluyor, büyü bozuluyor sanki" derken, bir taraftan da o işi yapanın yerine koyuyorum kendimi ve keyif alıyorum...
ReplyDelete- Seviyor musun beni Büdü? ♫♪♫♪
ReplyDelete- O.o
Çocukluk çok uzaklarda kalmış olsa gerek...Hafızamın tozlu çekmecelerinden birine atmışım onları..Bu fotoğraf sayesinde çıkardım ve bugünkü aklımla izledim onları. Çok hem de çok güzeldi...
ReplyDeleteO değil de, o gün çekimler uzarsa ve ortadaki adam çok terlerse yandakiler yandı. Samimi çalışma ortamı denilen şey bu olsa gerek.
ReplyDeleteBen bu işi çok daha kolay zannetmiştim. Bi daha Edi ile Büdü izlediğimde esprilere gülmektense, adamların aşağıda nasıl kastıklarını düşünücem sanırım.
Edi'den öğrendiğim çok faydalı şeyler vardı, hayatımda hep kullandığım. Akşamları yattığımızda, sessizlik olduğunda, kardeşim pes edip bana su getirene kadar, Edi'nin ses tonuyla, 'Çoook susaaadım' diye fısıltıyla seslenirdim ona. O suyun tadı ayrı bi güzel olurdu.
İnsanlar kamerayı görünce, kuklaları unutmuş poz vermişler, kuklalar ise kendi aralarında sohbete devam ediyorlar...
ReplyDeleteBana çocukların neden kuklaları daha çok sevdiklerini düşündürdü. İnsan kuklayı oynatırken görülmediğinden sanki toplumsal baskılardan-super egosundan- kurtulup daha mı kendi oluyor? Belki de bu yüzdendir Karagöz'ün sıkıştığı anda Hacivat'ın kafasına vurması, yani Türk usulü kendini ifade edemediğinde fiziksel kuvvetin yardımına başvurması.
Eğer ki insan kukla oynatırken daha kendi oluyorsa, acaba yüzyüze anlatamadıklarını bilgisayarlarındaki sohbet odalarında veya telefon mesajlarındaki sanal ortamda aktaran bizler de modern kuklacılar mıyız bu durumda...
Bu ilk fotoğraf aynı zamanda bizi ilk anılarımıza götürüyor.. Bu oyun farklı olacak gibi. Herkes kendinden bir şeyler paylaşırken yeniden kendini tanımlayacak belki de. Ben mi? Ben hep Edi oldum! Hep Büdü'nün beni sevme olasılığına tutundum. Hissettim içimden ama hep sorguladım. Neden göstermez ki insan sevgisini? Bak işte Edi'yi oynamak zor, çünkü o içten olan neşeli ve kibirden uzak. İki kişi bile onun yükünü taşıyamıyor sanki. Kaç tane var ki gerçek dünyada Edi gibi?!
ReplyDeleteHadi kuklacığım
ReplyDeleteGeç şöyle, oyuna başlayalım
Tabi başımın üstünde yerin var
Ama oyun bitene kadar...
Buzdağının görünmeyen yüzü... Edi ile Büdü' nün izole küçük dünyalarının altında yatan gerçek büyük düyanın varlığı. Acaba ne geçiyordu o sırada akıllarından! Kuklalar ve maskeler hep ardında bişeyler gizler...
ReplyDeletebir kuklaya hayat vermek için bazen iki hayata ihtiyaç duyuluyorsa, bir dönemin neslin tüm çocuklarının zihin haritasında olabilmek için üç kişi az olsa gerek. yoksa arkadaki ekip bizim zihin dünyamıza giren esas kahramanlar mı?
ReplyDeletearada kaldim taaam aradaaa:))
ReplyDeleteMasanın altını gördüm ama değişen bişey olmadı..demek ki fikrimdeki varlıkları,onları tasarlayandan da, hareket ettirenden de bağımsız bir güce sahip. Fotoğrafın amacı aslında geri plandaki insanı öne çıkartmaktaysa da (?) işte tam da şimdi; aslında bir düş oldukları değil ne kadar gerçek oldukları kuvvetlendi bende..Sizi zaten hep sevmiştim eski dostlarım Edi ile Büdü..
ReplyDeleteHayal dünyası ve gerçek dünya ayrı ayrı yaşandığı zaman kendi içinde anlamlı oluyor. Bir araya geldiklerinde ise ortaya böyle tuhaf bir görüntü çıkabiliyor. Allah hiç kimseyi yaşadığı hayal dünyasından bu kadar abes bir gerçekliğe indirmesin☺
ReplyDeleteİş için bile olsa çocuksu bir heyecanla yapıyor koskoca adamlar işlerini. Hiç bitmeyen bir çocukluk sanki...Bir de tek kolu oynamanın halet-i ruhiyesi...
ReplyDeleteSadece kuklaları görüyorum, sadece adamları görüyorum sonra. Ne mekan çok farklı ne de 'o an'daki duygular. Bütüne baktığımda ise tek bir soru oluşuyor kafamda. Neden bazı şeyleri başımızın üzerinde tutmaya, bizden olmadıklarını belli etmeye ihtiyacımız var ki? Büyükler oyun oynayamaz mı?
ReplyDeleteEdi'yle Büdü'nün atışmalarımıydı bizi çocukluğumuza geri döndüren yoksa Susam Sokağındaki görmediğimiz gizli kahramanlar mı?
ReplyDeleteEkmek, Emekçi kardeşinin koltuk altında..
ReplyDeleteGerçek Sanat'sa, Emeğin kanatlarının..
Hey Kukla!
'Ne de olsa, aynı Deli'nin elleri tutar ipimizi, kapat artık şu ışığı'
Susam Sokağı'nda sapıklık arayan sapıkların sapkınlıklarının saptırılarak meşrulaştırıldığı bir ülkede yaşarken hatırlamalı... Çocukluğumuzu çocuk gibi tatmayı başarmış, "S"ınav kaygısı olmadan toza kire bulanmış, saklanmış, sobelemiş/sobelenmiştik. Kaybetmenin utanılacak bir şey olmadığı oyunun sadece oyun olduğu güzel günlerdi. Erdemli insan olmanın ne demek olduğunu biz o sokakta öğrendik. O sokağın sakin sakinleri Edi'yle Büdü'yü ise bir başka sevdik. Çıkarsız sevmenin, yani sadece "sevmenin" nasıl bir şey olduğunu öğrettiler bize. Hem de hiç arabesk bir sosla süslemeden...
ReplyDeleteŞimdiki çocukların en büyük şanssızlığı Susam Sokağı'na yollarının düşmemiş olması...
sağ kolu düşünüyorum sadece..gözü hep solda..acaba ona ayak uydurabiliyor muyum? onun gibi miyim? ya anlarlarsa iki kişilikliğimizi?
ReplyDeleteaklıma sol yanım eksik kısa filmi geldi nedense..
sanırım insanlar kendi komikliklerini gizlemek için kukla yapmaya başladı. pek tanrısal sayılmaz, değil mi?
ReplyDeleteGördüklerimiz ne kadar gerçek ve gerçek ne kadar gördüğümüz gibi?... Bilmeli mi? Bilmemeli mi? Ya da vazgeçip "5 N" den, akıp gitmeli mi hayat denen ırmakta?
ReplyDeleteÖmer Hayyam haklı mı acaba? "Biz gerçekten bir kukla sahnesindeyiz:
Kuklacı Felek usta, kuklalar da biz.
Oyuna çıkıyoruz birer, ikişer;
Bitti mi oyun, sandıktayız hepimiz." (Çeviren: Sabahattin Eyüboğlu)
çocukken de insanları görmezdim, baktım ki hala görmüyorum...içindeki çocuğu avaz avaz anlatmakla olmaz, şişşş sessiz ol biraz, gürültü yapması gereken o...
ReplyDelete-'ama büdü, söylediğinden hiçbir şey anlamıyorum' dedi edi...
-'aşağıya bakma sakın' dedi büdü...
Edi ve Büdü canlıydı. Çünkü onlar Edi ve Büdü'ydü. Bizde çocuktuk. Biz renkleri severdik, biz kurdukları cümleleri sever, kapımızı çalanın onlar olmalarını isterdik. Süt ikram ederdik belki yanında kurabiyeyle. O kadar inanırdık ki onların var olduğunu bilirdik, eğer onları tutan 3 kafadar,spot ışıklar ve arkada bütün hayallerimizi suya düşüren bir set olmasa...
ReplyDeleteedi ile büdü'nün içinde insanlar yok muydu? ben onların hep kostüm olduğunu düşünmüştüm!her işin kendince zorluğu var derler ya..ciddi zor bir iş yaptıkları..böylesi zor bir yolu seçtikleri için olsa gerek bunca sevilmeleri..
ReplyDeleteve perde indi...
ReplyDeletehayatta her şeyin bir görünen bir de görünmeyen yüzü yok mu? hatta yaşadıklarımız ve yarattıklarımızın bile
algıladıklarımız ve hayallerimizin bile
zamanla algılıyoruz resmin tamamını
çocuklukta gördüğümüz resmin sadece bir köşesi
oysa ne kadar genişmiş bu resmin karesi
belkide biz büyüdükçe büyüyor ve tamamlanıyor
tıpkı yaşadığımız hayat ve gerçekler gibi
Annnneeee, benim hiç Edi ili Büdüm olmadı ...
ReplyDelete"Yapışık ikizler" Evet bu resim bana yapışık doğan aynı vücutta 2 ayrı beyine sahip olan insanları hatırlattı. (bakınız soldaki adamın kafasını büküşü ve surat ifadesi)
ReplyDeleteCok enteresan etrafimdaki tum cocuklar izlerdi kucukken, ben pek hoslanmazdim fakat yine ne enteresandir ki bilmedigim bolumude yok!.
ReplyDeleteBu kadar zor muydu ki gercek görünmek, zorluklari bu denli ustaca gizlemek?
ReplyDeleteIcimizdekiler disaridan görüneni, göze gelmesini istedigimizi ne kadar ustaca yönetire sasirdim bir kez daha "The show must go oooon...." :)
Biz de hep zannettik ki; 'gün güneşli, insanlar neşeli.. '
ReplyDeleteÜstümde duran adamın yaşamı bana bağlı. Sözcükleri ve mimikleri. Dahası tüm duygularına ben hakimim onun. Ne zaman ne söyleyeceğini ben belirliyorum. Ne zaman üzülse benim de içimden birşeyler kopuyor ne var ki! Onu üzmemek için elimden geleni yapıyorum. Ona hükmetmek hoşuma gitmiyor, itiraf etmeliyim. Gün sona erip yatağıma uzandığımda kocaman açılmış gözleriyle bana bakıyor; ardından şöyle diyor “Bugün Eddy için zor birgün oldu. Onu çok sinirlendirdin.” Ona kafa tutmaya çalışıyorum, ‘onu ben değil sen sinirlendirdin’ diyorum. Kabul etmek istemiyor bir türlü. Sonra uzunca tartışıyoruz onunla. Kendimi çok yorgun hissediyorum. Sanki bütün gün tepemde koca bir balkabağı taşımışcasına tükeniyorum. Onunla tartışmak istemiyorum, yaptığım esprileri beğenmesini istiyorum. Ancak o her seferinde alaycı bir gülümsemeyle bana bakıp “olmuyor diyor, yeterince komik olamıyorsun.” İşte o zaman deliye dönüyorum. ‘Ben olmasam bir hiçsin’ diye bağırıyorum ona. ‘Sen benim gölgemsin’ diyorum. Onunla dost muyuz yoksa düşman mı, bilemiyorum. Yağmurlu bir günde onunla bir birahaneye gidip kafa çekmek isterdim. Tüm kozlarımızı paylaşmak için. Ama o öyle komik ve hüzünlü ki, elim kolum bağlı kalıyor, hiçbir şey yapamıyorum. En iyisi yer değiştirmek belki de.
ReplyDeletesusam sokağının tahin koktuğunu sanırdım ve pekmez çekerdi canım,annelerin pazara gittiği günlerde babaannelerde yenilen top yumurtaların yanında sıcak uyku günleriydi,hayat sizi yatağınıza götürürdü.Rutubet kokan battaniyelerin yediği teninizde birkaç susam hayali,annenizin yaptıkları gibi olmayan televizyondaki kurabiyeler gibi...
ReplyDeleteEdi & Büdü. Çocukluğumdan kareler... kıyafetlere bakılırsa en az 20 yıl öncesinde de bu program varmış, hala izleyebilmek ne güzel :) ben hep onların iple oynatıldığını düşünmüştüm. Ve Edi'yi iki farklı kişi hareket ettiriyormuş :O
ReplyDelete