Beslenme Çantası, İstanbul Hatırası Fotoğraf Merkezi tarafından düzenlenen moderatörlüğü Altan Bal ın yaptığı, içinden fotoğraf geçen bir oyundur.
Üç günde bir (şimdilik) eklenen görsellere aklınızdan geçenleri yazabileceğiniz, ödüllü bir oyundur.
Gözü gönlü açık herkes oynayabilir!
adem yeryüzünde ilk günahın izinde elinde yasak elma nerde cennet ve nerde havva... arkada çarmıha gerili seyreder onu binlerce İsa.. ve ben bilmiyorum kabil mi yoksa habil mi kim var yanımda..
Farland ve Barthov'un kollektif emeğin bir sonucu olduğu ısrarla vurgulanan eserlerinde; modern insan, modern öncesi insan, modernleşme sürecindeki insan, modern insanın hayalindeki modern öncesi insan, modern öncesi insanların modern olabileceklerine dair belirli kuşkulara sahip oldukları insan ve daha belirlenmemiş, tanımlanmamış, bilinememiş insanların acıları ile baş etmelerine imkan veren teknolojilerin gelişmesinin olanaklarının sadece ve sadece insanların acıları ile kendi başlarına başa çıkmalarına yarayan, unutulmuş tanrıların, unutulmamış tanrıların, adı meçhul ama tapınakları duran, adı meçhul ama ibadet pratikleri devam eden, o ya da bu şekilde söz konusu kimsenin, acı çeken bir kimsenin, uhrevi duygularla dolmasına sebep olan tanrıların alaşağı edilip acı çeken her çağdan insanların acılarının öznesi ve nesnesi olmalarında kendilerine, ve sadece kendilerine ihtiyaç duydukları, son şüphe damlacığı şüpheyi duymaya yönelen insanların dağarcığından silinmek suretiyle kanıtlanmıştır.
bildik beton yığınlarından bir yenisi daha tamamlandığında, işlevsiz olacak bu tahta masa...ve işte bu yüzden öyle güçlü, öyle gerçek...tamamlanma kaygısı yok ki anlamını yitirsin...
yokluk mu hiçlik mi bir yukarı bir aşağı siyah ve beyaz hatta sütunlar dizili arkamda başımı korumak istiyorum çimentodan o yüzden taktım kaskımı yoksa niye yağmur bile yağabilir her an ne olacak belli olmuyor bu hayatta hiçbir zaman.
Duydumki ihtiyacınız varmış bu tesise.. Bana da çalışmak düşer, eh öyleyse. Ailemden uzakta olsam da, onlara kavuşunca daha iyi bir hayat yaratmak umudumla.. Sadece birkaç alet, bir elma yeter bana. Daha 1 yıl burada olacak olsam da, gözümde tütüyor eşim, kızım, oğlum. Gözümde bir yaş, yüzümde bir gülümsemeyle. İlk bisiklete binişi geldi gözümün önüne kızımın . Hay Allah, nereden de geldi şimdi aklıma.. Çok istemişti o bisikleti. Önceki işimden gelenlerle ona istediği gibi kıpkırmızı bir bisiklet almıştım, çok sevinmişti.. Şimdi okula başlayacak bu sene kısmetse. Oğlum da üniversiteye.. Hava soğuk olsa da buralarda canlarım, siz hep içimdesiniz, beni sıcak tutan sevginizle..
her seyin bir anlami ve sebebi varken, insan neden bir seyleri dert eder ki... ne yaparsan yap zaman yasamin bir numarali klişesi... sadece bir sey yap oyleyse, sadece bir sey yap...
Fotografa baktigimda ilk aklima gelen sey beton direklerin seklini haca benzettigim icin bir Hristiyan mezarligi oldu. Onundeki sandiga dogru husu icerisinde egilen adamin da bir mezar tasi basinda dua ettigini dusunmem de zor olmayacakti, kafasindaki bareti ve arkadaki cimento kamyonunu gormeseydim. Ama yine de isci adam ve kamyon uretim icin, imalat icin, bir seyler yaratmak icin orada bulunuyor olsalar da bende yarattigi mezarlik hissi, olum soguklugu daha agir basti. Sanki o beton direkler yeni yapilmamislar da, miadlarini doldurmus, zavalli ve yalniz bir sekilde yikilmayi bekliyorlarmis gibi geldi bana.
-Usta kolay gelsin, bir fotografını cekebilir miyim? usta yapmakta oldugu işine devam ederek kafasını sallıdı izin eder biçimde. fotoğraf cekerken biyandan da işçiye yaklaşmaytadı genç çocuk.Bu sırada izin aldıgı biridefalarca katlamıstı bile -n'yapıyorsun burda yalnız başına? işçi elindeki işi bırakıp,gence bakarak; -hangimiz yalnızıs?
neyiz ki biz? ilk ışınları görününce güneşin, kaparız tepenin gözkapaklarını-- çam değiliz ki, kollarımız açık ürpererek karşılayalım donuk ışığı. gölgeler kısalınca çıkarız ortaya, açıklıktır, aydınlıktır aradığımız, parlaklıkta bulur gücünü görüşümüz. tanımayız alacakaranlığı delen, tepelerin arasından seçen bakışı.-- kör olmuş ışıktan gözlerimiz. gündüz yarasalarıyız biz. Oruc Aruoba - Gunduz Yarasaları
Akıldan geçen hesaplaşmaya nameler... "Bir çırpıda silerdim istesem herşeyi. İstesem dönerdim de geri, aynı izlerden yürürdüm ezbere. Punduna gelmem sandın dimi? Gelirim! Boyun da eğerim istesem. Çıkınım bana yeter, soğuk beni açar. Bırak, bırak bu çekişmeyi de, yol ver gideyim. Ne menem bir yazgıdayım bir de ben göreyim."
Yanlızlığın alır götürür seni geçmişe kaybolursun... Keşkelere takılırsın tek başına ağlamaklı Gecenin soğuk karanlığında Kaybolan mutluluğu ararsın. Üşürsün... Muhtaçlığını anlayamazsın...
Vaov, adamların mezarları ne duzenli, ne temiz ve sade.. dikkatli bakıyorum burası bir hıristiyan mezarlıgı degil, daha dikkatli bakıyorum bir insaat sahası. ben bu acidan bir santiye gormemistim....
Offf.. nereye koydum su anahtari ben yine? İnanamiyorum... Ker sabah ayni iskence... Kisin sogugunda kat kat giyinince boyle oluyor tabii. Nasil hesap verecegim patrona?
öylece bakıyorum..arada düşünüyorum.. zaman geliveriyor aklıma.. üçe ayrıyorum zamanı.. geçmiş, gelecek, şimdiki diye.. sonra vazgeçiyorum..atıyorum geçmiş ve geleceği.. sadece şimdi kalıyor.. geçmişin şimdiki zamanı.. geleceğin şimdiki zamanı.. bu nasıl bir fenomendir böyle..anlamaya çalışıyorum..evet evet..şimdiki zamanda kalıyorum.. sadece o var önümde..o da kayıp..aramaya başlıyorum sonra..bulacak mıyım acaba..?
Tanıdık bir inşaat sahası. Belki öğle tatilinde, belkide yemekten kalan elmasını yanına almış bir işçi. Nekadar kasvetli görünsede ortam, açık havada çalışmanın, o elmayı ısırırken rüzgarı yüzünde hissetmenin verdiği özgürlük duygusu var ya, işte budur,bu insanların, bu zor koşullara katlanırken tek tesellisi!...
velhasıl simsiyah ellerini küf rengi bulutların beyazlığıyla yıkadı. velhasıl hazırdı bir güne daha. güne ve beraberinde getireceklerine. peki ya gün hazır mıydı ona? gün elindekilerle yetinebilme gücüne sahip miydi? ve gün kuruyor muydu düşünü tıpkı onun sadece bir günü daha düşlediği gibi?
Bu beton direkler, bu tahta sandık kalıcı değil buralarda, senin gibi. "Gelişmiş" ülkelerin betonlaşma hızına yetişmek için her gün yeni bir şantiye açılıyor bu memlekette, ekmek parası için uzaklardan işçişer geliyor buraya, senin gibi. Gurbetçiler ve yerliler hızla çalışacak, bitecek bu inşaat, ardından yenileri gelecek ve daha yenileri... Beton direkler, demir iskeletler, mermer bloklar, yani koca bir ülke yerine oturana dek. Bir tek gurbetçilerin yeri olmayacak, senin gibi. Her şey hızla değişirken, bir şey değişmeyecek: ekmek parası için gurbete gidenlerin önüne hep böyle eğreti masalar, böyle bitimsiz yollar düşecek.
modern insanın mezarlığının direkleri. inşaatı yapılan dev alışveriş merkezi yada sitenin direkleri. tüm ihtiyaçlarımızı karşılıyor bu alanlar. köpeğimizi bu dev mezartaşları ile yapılan alnlarda gezdirerek kendimizi özgür zannediyoruz. manzaramız bile pencere şeklindeki lcd ekranlarla sunuluyor bize istediğimiz an değiştirme hakkı verilerek! herşeyden uzaklaştırıyor bizi bu dev yapılar. Öfkelenmiyoruz, öfkelenmedikçe de karşı çıkmıyoruz. mutlu olduğumuzu zannediyoruz aciz hayatımızda. okyanusun ortasında susuz kaldığımızı fark etmiyoruz bir türlü, fark ettirilmiyoruz. herşey dev gibi. herşey devleştikçe, küçüldükçe küçülüyoruz. ama her ne kadar etrafımızda uzun hortumlu, betonu bile bir düğmeyle yapabilmemizi sağlayan makinalar olsa da, tüm bunların ortasında yapayanlız olsakta küçük bir elma herşeyi fark etmemize yetebilir...
Biz de adettendir; duvar ustalarına harç hazırlayanlar bir yandan türkü söyler bir yandan küreklerler toprağı... Bunu biliriz de bilmediğimiz o türkülere tutunan bedenlerdir... Gerçi harçlar kamyonlarla aktarılmaya başlandığından beri, modernizmin makineye ve teknolojiye övgüsü fetiş durumuna geldiğinden bu yana elde kürek dilde türkü çalışanların sayısı da bir hayli azaldı. İş için yalınayak meclise yürüyen yapı işçileri olmadığı gibi sendikalı-harranlı güzellemesi yapan filmler de hoş bir anı olarak canlanıyor artık gözümüzde... Nazım'ın dediği gibi yapı yerinde ne çay her zaman şekerli / her zaman sıcak / ne ekmek her zaman pamuk gibi yumuşak / ne herkes kahraman / ne dostlar vefalı her zaman / türkü söyler gibi yapılmıyor yapı. Daha da acısı inşaatların büyük çoğunluğu ya AVM ya da büyük duvarların ardına saklanan siteleri işaret ediyor artık. Geçmişe selam çakarcasına duran tahta sandık, geçmişe nazire yapan kol emeği ne AVM'lerde alışveriş yapabiliyor ne de o sitelerden içeri adım atabiliyor... O halde dileyelim de başını düşüren bu işçi başka şeyler düşünüyor, başka şeyler düşlüyor olsun... Başka şeylere kulak kabartsın... Baksanıza; Ankara ilinin TEKEL yöresinden yeni türküler derleniyor, yeni türküler seslendiriliyor... Bu kadarcık umut çok mu bize?!
inşa halindeki devasa beton sütunlarla işçinin önündeki tahtanın ahşabın eskiliğindeki çelişki ve uyumsuzluk ölüm duygusu çağrıştırdı...tersanedeki işçi ölümlerini düşündürdü...kapitalizm cadısının uzattığı o zehirli elmayı yerse ölüm gelecek gibi hissettim ve üşüdüm nedense...arkadaki dev betonlar ve fotoğrafa hakim olan gri renkde o soğukluğu ve ölüm duygusunu çağrıştırmakta sanki....
Bu adamcağız arkasında yükselmekte olan betonarmenın mahkumu mudur hakimi mi? Beş bin sene kadar önce yazılan bir kitaba bakarsanız yanındaki elmanın tadına bakmak uğruna güzelim bağdan bahçeden kovulmuş şu kasvetli şantiyeye düşmüştür. Ne güzel doğaya hakimken, hayvana bitkiye kafasına göre isim koyuyorken, gazabıyla meşhur bir tanrı bundan böyle ekmeğini taştan betondan çıkarsın buyurmuştur. Yüz elli sene kadar önce yazılan bir başka kitaba bakarsanız adamımız önce zihninde canlandırdığı betonarmeyi sonra maddeyle dişe diş bir mücadele sonucu şekillendirerel doğayı dize getirmektedir. Ne arının peteği ne örümceğin örgüleri adamımızın eciş bücüş el yazısıyla yarışamaz. Bana bakarsanız, insan doğanın ne hakimidir ne mahkumu; şu adamcağız ne ölüm fermanı imzalayan Pontus Pilate ne de ünlü ünsüz kurbanları. Bana bakarsanız, betonarme bıraz sert mizaçlı ama insanla gayet iyi anlaşabilen bir materyeldir, suyuna gidip kıvamını iyi tutturduğunuzda hem güzel hem de fotojeniktir.
Ellleri üşüyor, belki de tüm bedeni... Ama sanki yalnızlığı onu asıl üşüten. Kimse yok yanında... Ve sanki tüm yük onun omuzlarında. Bir mola vermiş işine ve arkasını dönmüş onu bekleyen tüm yüke... Gökyüzü ağlarsa, belki o devasa gözyaşları, yükünü hafifletecek biraz...
bi film seyretmiştim gecenin bi vaktinde: vodka-lemon rusya'da soğuk ve kasvetli bir havada 2 sahnede bir insanlar sek votkaları shot bardaklarda bir yudumda içip duruyordu. filmin yarısına gelmeden bakkala gidip votka almıştım. filmin devamı daha anlamlı geçmişti.
Az önce boyadım seni şehir, az önce ensene vurup aldım önündeki lokmaları bir bir. Sokakların buz, sokakların kızgın, sokakların yalnız. Suçluyum şehir, yeşilini bir kalem ucuyla çaldım..
Dünya'nın düzeni bu değişir mi? Böyle gelmiş böyle gider. Yığılır taşlar, dikilir yeni kuleler. Bize kalan sadece nefesler. Koca bir kalabalığın içinde yalnız atan kalpler. . .
adem yeryüzünde
ReplyDeleteilk günahın izinde
elinde yasak elma
nerde cennet ve nerde havva...
arkada çarmıha gerili seyreder onu
binlerce İsa..
ve ben bilmiyorum kabil mi
yoksa habil mi kim var yanımda..
Farland ve Barthov'un kollektif emeğin bir sonucu olduğu ısrarla vurgulanan eserlerinde; modern insan, modern öncesi insan, modernleşme sürecindeki insan, modern insanın hayalindeki modern öncesi insan, modern öncesi insanların modern olabileceklerine dair belirli kuşkulara sahip oldukları insan ve daha belirlenmemiş, tanımlanmamış, bilinememiş insanların acıları ile baş etmelerine imkan veren teknolojilerin gelişmesinin olanaklarının sadece ve sadece insanların acıları ile kendi başlarına başa çıkmalarına yarayan, unutulmuş tanrıların, unutulmamış tanrıların, adı meçhul ama tapınakları duran, adı meçhul ama ibadet pratikleri devam eden, o ya da bu şekilde söz konusu kimsenin, acı çeken bir kimsenin, uhrevi duygularla dolmasına sebep olan tanrıların alaşağı edilip acı çeken her çağdan insanların acılarının öznesi ve nesnesi olmalarında kendilerine, ve sadece kendilerine ihtiyaç duydukları, son şüphe damlacığı şüpheyi duymaya yönelen insanların dağarcığından silinmek suretiyle kanıtlanmıştır.
ReplyDeletetamamlanmamış proje işportaya mekan olur...
ReplyDeletebildik beton yığınlarından bir yenisi daha tamamlandığında, işlevsiz olacak bu tahta masa...ve işte bu yüzden öyle güçlü, öyle gerçek...tamamlanma kaygısı yok ki anlamını yitirsin...
ReplyDeleteİlk cinayetim bu benim
ReplyDeleteArzuyu gömdüm
Ve çağların yanıkları omuzlarımda...
---
Ya da...
"Her insan ölümü içinde taşır / meyvenin çekirdeğini taşıması gibi" R.M. Rilke
yokluk mu hiçlik mi
ReplyDeletebir yukarı bir aşağı
siyah ve beyaz hatta
sütunlar dizili arkamda
başımı korumak istiyorum çimentodan
o yüzden taktım kaskımı yoksa niye
yağmur bile yağabilir her an
ne olacak belli olmuyor bu hayatta
hiçbir zaman.
projemi nerde olsa çizerim
ReplyDeleteDuydumki ihtiyacınız varmış bu tesise..
ReplyDeleteBana da çalışmak düşer, eh öyleyse. Ailemden uzakta olsam da, onlara kavuşunca daha iyi bir hayat yaratmak umudumla.. Sadece birkaç alet, bir elma yeter bana. Daha 1 yıl burada olacak olsam da, gözümde tütüyor eşim, kızım, oğlum. Gözümde bir yaş, yüzümde bir gülümsemeyle. İlk bisiklete binişi geldi gözümün önüne kızımın . Hay Allah, nereden de geldi şimdi aklıma.. Çok istemişti o bisikleti. Önceki işimden gelenlerle ona istediği gibi kıpkırmızı bir bisiklet almıştım, çok sevinmişti.. Şimdi okula başlayacak bu sene kısmetse. Oğlum da üniversiteye.. Hava soğuk olsa da buralarda canlarım, siz hep içimdesiniz, beni sıcak tutan sevginizle..
her seyin bir anlami ve sebebi varken, insan neden bir seyleri dert eder ki... ne yaparsan yap zaman yasamin bir numarali klişesi... sadece bir sey yap oyleyse, sadece bir sey yap...
ReplyDeleteFotografa baktigimda ilk aklima gelen sey beton direklerin seklini haca benzettigim icin bir Hristiyan mezarligi oldu. Onundeki sandiga dogru husu icerisinde egilen adamin da bir mezar tasi basinda dua ettigini dusunmem de zor olmayacakti, kafasindaki bareti ve arkadaki cimento kamyonunu gormeseydim. Ama yine de isci adam ve kamyon uretim icin, imalat icin, bir seyler yaratmak icin orada bulunuyor olsalar da bende yarattigi mezarlik hissi, olum soguklugu daha agir basti. Sanki o beton direkler yeni yapilmamislar da, miadlarini doldurmus, zavalli ve yalniz bir sekilde yikilmayi bekliyorlarmis gibi geldi bana.
ReplyDeleteölümle yaşam arasına atılmış birçok temel ve bir yalnızlık
ReplyDelete-Usta kolay gelsin, bir fotografını cekebilir miyim?
ReplyDeleteusta yapmakta oldugu işine devam ederek kafasını sallıdı izin eder biçimde.
fotoğraf cekerken biyandan da işçiye yaklaşmaytadı genç çocuk.Bu sırada izin aldıgı biridefalarca katlamıstı bile
-n'yapıyorsun burda yalnız başına?
işçi elindeki işi bırakıp,gence bakarak;
-hangimiz yalnızıs?
neyiz ki biz?
ReplyDeleteilk ışınları görününce güneşin,
kaparız tepenin gözkapaklarını--
çam değiliz ki, kollarımız açık
ürpererek karşılayalım donuk ışığı.
gölgeler kısalınca çıkarız ortaya,
açıklıktır, aydınlıktır aradığımız,
parlaklıkta bulur gücünü görüşümüz.
tanımayız alacakaranlığı delen,
tepelerin arasından seçen bakışı.--
kör olmuş ışıktan gözlerimiz.
gündüz yarasalarıyız biz.
Oruc Aruoba - Gunduz Yarasaları
Akıldan geçen hesaplaşmaya nameler...
ReplyDelete"Bir çırpıda silerdim istesem herşeyi. İstesem dönerdim de geri, aynı izlerden yürürdüm ezbere. Punduna gelmem sandın dimi? Gelirim! Boyun da eğerim istesem. Çıkınım bana yeter, soğuk beni açar. Bırak, bırak bu çekişmeyi de, yol ver gideyim. Ne menem bir yazgıdayım bir de ben göreyim."
Yanlızlığın alır götürür seni geçmişe
ReplyDeletekaybolursun...
Keşkelere takılırsın tek başına ağlamaklı
Gecenin soğuk karanlığında
Kaybolan mutluluğu ararsın.
Üşürsün...
Muhtaçlığını anlayamazsın...
Vaov, adamların mezarları ne duzenli, ne temiz ve sade.. dikkatli bakıyorum burası bir hıristiyan mezarlıgı degil, daha dikkatli bakıyorum bir insaat sahası. ben bu acidan bir santiye gormemistim....
ReplyDeleteOfff.. nereye koydum su anahtari ben yine? İnanamiyorum... Ker sabah ayni iskence... Kisin sogugunda kat kat giyinince boyle oluyor tabii. Nasil hesap verecegim patrona?
ReplyDelete... aa buldum dur dur buldum galiba!
öylece bakıyorum..arada düşünüyorum.. zaman geliveriyor aklıma.. üçe ayrıyorum zamanı.. geçmiş, gelecek, şimdiki diye.. sonra vazgeçiyorum..atıyorum geçmiş ve geleceği.. sadece şimdi kalıyor.. geçmişin şimdiki zamanı.. geleceğin şimdiki zamanı.. bu nasıl bir fenomendir böyle..anlamaya çalışıyorum..evet evet..şimdiki zamanda kalıyorum.. sadece o var önümde..o da kayıp..aramaya başlıyorum sonra..bulacak mıyım acaba..?
ReplyDeleteTanıdık bir inşaat sahası. Belki öğle tatilinde, belkide yemekten kalan elmasını yanına almış bir işçi. Nekadar kasvetli görünsede ortam, açık havada çalışmanın, o elmayı ısırırken rüzgarı yüzünde hissetmenin verdiği özgürlük duygusu var ya, işte budur,bu insanların, bu zor koşullara katlanırken tek tesellisi!...
ReplyDeletevelhasıl simsiyah ellerini küf rengi bulutların beyazlığıyla yıkadı. velhasıl hazırdı bir güne daha. güne ve beraberinde getireceklerine. peki ya gün hazır mıydı ona? gün elindekilerle yetinebilme gücüne sahip miydi? ve gün kuruyor muydu düşünü tıpkı onun sadece bir günü daha düşlediği gibi?
ReplyDeleteezilen işçi mola da nerde yemek yiyecek, resturantda değil ya ....!
ReplyDeleteBu beton direkler, bu tahta sandık kalıcı değil buralarda, senin gibi. "Gelişmiş" ülkelerin betonlaşma hızına yetişmek için her gün yeni bir şantiye açılıyor bu memlekette, ekmek parası için uzaklardan işçişer geliyor buraya, senin gibi. Gurbetçiler ve yerliler hızla çalışacak, bitecek bu inşaat, ardından yenileri gelecek ve daha yenileri... Beton direkler, demir iskeletler, mermer bloklar, yani koca bir ülke yerine oturana dek. Bir tek gurbetçilerin yeri olmayacak, senin gibi. Her şey hızla değişirken, bir şey değişmeyecek: ekmek parası için gurbete gidenlerin önüne hep böyle eğreti masalar, böyle bitimsiz yollar düşecek.
ReplyDeleteYapıcılar türkü söylüyor,
ReplyDeleteYapı türkü söyler gibi yapılmıyor ama.
Bu iş biraz daha zor.
modern insanın mezarlığının direkleri. inşaatı yapılan dev alışveriş merkezi yada sitenin direkleri. tüm ihtiyaçlarımızı karşılıyor bu alanlar. köpeğimizi bu dev mezartaşları ile yapılan alnlarda gezdirerek kendimizi özgür zannediyoruz. manzaramız bile pencere şeklindeki lcd ekranlarla sunuluyor bize istediğimiz an değiştirme hakkı verilerek! herşeyden uzaklaştırıyor bizi bu dev yapılar. Öfkelenmiyoruz, öfkelenmedikçe de karşı çıkmıyoruz. mutlu olduğumuzu zannediyoruz aciz hayatımızda. okyanusun ortasında susuz kaldığımızı fark etmiyoruz bir türlü, fark ettirilmiyoruz. herşey dev gibi. herşey devleştikçe, küçüldükçe küçülüyoruz. ama her ne kadar etrafımızda uzun hortumlu, betonu bile bir düğmeyle yapabilmemizi sağlayan makinalar olsa da, tüm bunların ortasında yapayanlız olsakta küçük bir elma herşeyi fark etmemize yetebilir...
ReplyDeleteBiz de adettendir; duvar ustalarına harç hazırlayanlar bir yandan türkü söyler bir yandan küreklerler toprağı... Bunu biliriz de bilmediğimiz o türkülere tutunan bedenlerdir... Gerçi harçlar kamyonlarla aktarılmaya başlandığından beri, modernizmin makineye ve teknolojiye övgüsü fetiş durumuna geldiğinden bu yana elde kürek dilde türkü çalışanların sayısı da bir hayli azaldı. İş için yalınayak meclise yürüyen yapı işçileri olmadığı gibi sendikalı-harranlı güzellemesi yapan filmler de hoş bir anı olarak canlanıyor artık gözümüzde...
ReplyDeleteNazım'ın dediği gibi yapı yerinde ne çay her zaman şekerli / her zaman sıcak / ne ekmek her zaman pamuk gibi yumuşak / ne herkes kahraman / ne dostlar vefalı her zaman / türkü söyler gibi yapılmıyor yapı.
Daha da acısı inşaatların büyük çoğunluğu ya AVM ya da büyük duvarların ardına saklanan siteleri işaret ediyor artık. Geçmişe selam çakarcasına duran tahta sandık, geçmişe nazire yapan kol emeği ne AVM'lerde alışveriş yapabiliyor ne de o sitelerden içeri adım atabiliyor...
O halde dileyelim de başını düşüren bu işçi başka şeyler düşünüyor, başka şeyler düşlüyor olsun... Başka şeylere kulak kabartsın... Baksanıza; Ankara ilinin TEKEL yöresinden yeni türküler derleniyor, yeni türküler seslendiriliyor... Bu kadarcık umut çok mu bize?!
gün biter şimdi.
ReplyDeleteşu koca direkler gibi
saatler dikilir berimizde.
gün biter şimdi,
vakit;"yorgun bir akşamdır" denir...
inşa halindeki devasa beton sütunlarla işçinin önündeki tahtanın ahşabın eskiliğindeki çelişki ve uyumsuzluk ölüm duygusu çağrıştırdı...tersanedeki işçi ölümlerini düşündürdü...kapitalizm cadısının uzattığı o zehirli elmayı yerse ölüm gelecek gibi hissettim ve üşüdüm nedense...arkadaki dev betonlar ve fotoğrafa hakim olan gri renkde o soğukluğu ve ölüm duygusunu çağrıştırmakta sanki....
ReplyDeleteYarım kaldım çatısız, duvarsız ev gibi
ReplyDeleteGel de tamamla beni
Ben yine yalnız bekliyorum seni...
ne var acaba ötede, şu arka taraflarda?
ReplyDeleteBu adamcağız arkasında yükselmekte olan betonarmenın mahkumu mudur hakimi mi? Beş bin sene kadar önce yazılan bir kitaba bakarsanız yanındaki elmanın tadına bakmak uğruna güzelim bağdan bahçeden kovulmuş şu kasvetli şantiyeye düşmüştür. Ne güzel doğaya hakimken, hayvana bitkiye kafasına göre isim koyuyorken, gazabıyla meşhur bir tanrı bundan böyle ekmeğini taştan betondan çıkarsın buyurmuştur. Yüz elli sene kadar önce yazılan bir başka kitaba bakarsanız adamımız önce zihninde canlandırdığı betonarmeyi sonra maddeyle dişe diş bir mücadele sonucu şekillendirerel doğayı dize getirmektedir. Ne arının peteği ne örümceğin örgüleri adamımızın eciş bücüş el yazısıyla yarışamaz. Bana bakarsanız, insan doğanın ne hakimidir ne mahkumu; şu adamcağız ne ölüm fermanı imzalayan Pontus Pilate ne de ünlü ünsüz kurbanları. Bana bakarsanız, betonarme bıraz sert mizaçlı ama insanla gayet iyi anlaşabilen bir materyeldir, suyuna gidip kıvamını iyi tutturduğunuzda hem güzel hem de fotojeniktir.
ReplyDeleteedebiyat 76 kullanıcı isimli arkadasımız ekliyememiş onun adına ben ekliyorum
ReplyDeleteBir boşluğun dibindeyim.
Alaca bir öfkeyi körüklüyorum
Tüm din'lere sövüyor, yasak elmayı elimde tutuyorum
Etrafın aydınlığını içimdeki karanlığa katıyorum.
Sonunda,
kocaman bir ısırık alıyorum A(E)LMA'dan
insan olmanın ayrıcalığını yakalıyorum ..
Ellleri üşüyor, belki de tüm bedeni... Ama sanki yalnızlığı onu asıl üşüten. Kimse yok yanında... Ve sanki tüm yük onun omuzlarında. Bir mola vermiş işine ve arkasını dönmüş onu bekleyen tüm yüke... Gökyüzü ağlarsa, belki o devasa gözyaşları, yükünü hafifletecek biraz...
ReplyDeletebi film seyretmiştim gecenin bi vaktinde: vodka-lemon
ReplyDeleterusya'da soğuk ve kasvetli bir havada 2 sahnede bir insanlar sek votkaları shot bardaklarda bir yudumda içip duruyordu. filmin yarısına gelmeden bakkala gidip votka almıştım. filmin devamı daha anlamlı geçmişti.
Az önce boyadım seni şehir, az önce ensene vurup aldım önündeki lokmaları bir bir. Sokakların buz, sokakların kızgın, sokakların yalnız. Suçluyum şehir, yeşilini bir kalem ucuyla çaldım..
ReplyDeleteDünya'nın düzeni bu değişir mi? Böyle gelmiş böyle gider. Yığılır taşlar, dikilir yeni kuleler. Bize kalan sadece nefesler. Koca bir kalabalığın içinde yalnız atan kalpler. . .
ReplyDeleteBasit bir hesap hatası.
ReplyDelete